Herkese merhaba! Selam güzel insanlar. Merhaba! Ben geldim! Melduş yine karşınızda! Evet anlatın bakalım nasılsınız canlarım? Neler yapıyorsunuz? Hayatın zorlu işleyişi içinde nasıl ilerliyorsunuz? Hayatla mücadele etme gücünüz ne durumda? İnsanoğlu ne kadar garip değil mi? Dünyaya geliyoruz ve her zaman sonradan anlam verdiğimiz oluşumların içinde debelenirken buluyoruz kendimizi. Bazen hayatı ve bu hayatın içinde var olma amacımızı sorgularken buluyoruz kendimizi. Bence haklıyız da bunu yapmakta. Her ne kadar akışın içinde bir yer bulmak istesek de bu mümkün olamayabiliyor. Akış yerine kafa karışıklığı içinde buluyoruz kendimizi.
Dalgalarla Sörf!
Hadi bakalım günün sorusunu soruyorum o halde herkese! Ama söz verin dürüst bir şekilde cevaplayacaksınız anlaştık mı? Hayattaki en önemli şey dürüstlük değil, insanın kendisine yalan söyleyememesidir aslında! Çünkü başkalarına yalan söylediğimizde kaybetmiyoruz sanılanın aksine. Kendimize dürüst davranmayı bıraktığımız an kendimize karşı yalnızlaşıyor ve yabancılaşıyoruz. Bu durum tahminlerinizi, akıl limitlerinizi zorlayacak kadar da tehlikeli bir şey bu arada! O sebeple sizlerden önce kendinize doğruyu söylemenizi rica ediyorum canlarım! Bence anlaştık! O halde soruyorum günün sorusunu! “Hayatınızda kaç kere kendi dalgalarınızda sörf yaptınız?”. Bu soruyu birlikte düşünelim yazının sonunda da cevaplayalım olur mu? Yazımız bugün sürpriz sonlu olsun güzel insanlar!
Hazırsak hadi başlayalım!
Dönemeçli Yollar Var!
Hayatın dönemeçleri yorucudur. İnsanoğlu sürekli bir anlam arayışı içindedir. Bunun en temel nedeni, hayatımızı yönetebilme isteğimizden kaynaklanıyor. Her şeye ve herkese kendimizde anlamlar yüklüyoruz. Böyle yapınca ilk başlarda derin bir rahatlama duygusu yaşıyoruz. Nasıl olsa her şeyin bir anlamı var, belirsizlik yok ortada. Olaylara anlam yüklüyoruz, insanlara anlam yüklüyoruz, kendimize anlam yüklüyoruz ……. Peki ya sonra? Neler olacak hiç düşünüyor muyuz? Hadi gelin birlikte düşünelim!
Sendele-n Ve Kendine Gel!
Hiçbir yol dümdüz öyle tabir-i caizze kaymak gibi değildir! Engebeli, yokuşlu, çukurlu, taşlı, kaygan, kasisli, traşlı vb. ….. şeklindedir. Hiçbir araba sendelemeden ilerleyemez, hiçbir yaya ayağı bir yere takılmadan yürüyemez mesela. İllaki sıkıntılı bir durum olur. Peki sonra ne yapıyoruz. Başlıyoruz kızmaya, sinirlenmeye, bağırmaya, agresif davranmaya, sayıp sövmeye, …. Değil mi? bunu neden yapıyoruz peki? Yaşadığımız anlamlı veya anlamsız her duruma bir anlam yüklüyoruz da ondan! Anlam arayışımızın bizi getirdiği nokta bunlarla sınırlı değil elbette. Hadi devam edelim….
Söylemeyi Bırak! “Vay Efendim!”
Farz-ı misal bir durum yaşadınız herhangi biriyle. İllaki negatif bir durum olması gerekmiyor yaşadığınız oluşumun bu arada. Bahsini ettiğim durum pozitif olaylar için de geçerli. Hemen ne yaparız ilk olarak. “Vay efendim ben bunu nasıl yaşarım? Bu nasıl olur? Bu kabul edilemez? Mümkün değil!”. Gibi söylemlerle kendimizi kızgın bir baruta dönüştürüveririz. Ateşlendiğinde korkunç bir patlama gerçekleştirecek bir barut oluveririz bir anda. Peki neden? İnsanlara fazla anlam yükleriz de ondan.
“Had-siz” Kim!
Peki! Şimdi diyebilirsiniz ki bu anlam yükleme işini ben anlamadım. Nasıl yani? Şöyle ki; yaşadığımız durumlara ya da kişilere verdiğimiz önemdir, değerdir, gösterdiğimiz reaksiyonlardır yüklediğimiz anlamların anlamları. Sizin negatif bir durum üzerine tartıştığınız biri için “Benimle nasıl böyle konuşabilir, bu ne hadsizlik! Kendisini ne zannediyor böyle!”. Şeklinde bir yorum tartıştığınız kişiyi iç dünyanızda fazla önemsediğiniz anlamına gelir aslında. Tabi ki burada şunu da belirtmiş olayım. Demek istediğim şey size karşı yapılan saygısızca bir söylemi ya da davranışı kabullenmeniz değil asla. Sadece gereken cevabı veya savunmayı gerçekleştirdikten sonra olayı yahut kişiyi kafanızda, kendi içinizde daha fazla büyütmemeniz. İşte büyütmeye başladığınız an anlam yüklemeye başladığınız andır! Dikkat!….
EGO!
Hadi bakalım alın size başka bir soru daha! Bunu neden yaparız? Evet yaparız böyle şeyler. Hepimiz yapıyoruz. Buna ben de dahilim! Çünkü kendi içimizde hazmedemediğimiz, çözümleyemediğimiz bazı değerler var ve bunu yapmayınca o değerlere sahip çıkmıyor aksine ihanet ediyormuşuz gibi geliyor. Aslında masum bir prensiplerine bağlı olma kaygısından ileri geliyor tüm çırpınışımızın özü. Ama bilinmeyen çok önemli bir detay daha var! Nerede! İçimizde en derinlerde bir yerde yaşayan sinsi bir sebep! Hadi gelin tanışalım kendisiyle. “EGO!”. Duygusal zekâ aracılığıyla başarılı bir şekilde yönetilemeyen bir EGO, bir insanın en büyük ve birincil düşmanıdır. Çünkü en büyük anlamı kendimize yüklediğimiz için özeleştiri yapan tarafımızı zamanla körleştiririz. Ardından tüm heybetiyle ortaya bize düşman kesilmiş bir biz çıkarmış oluruz.
Oooo! Tehlike Çanları!
Neden en büyük düşman kendimiz için biziz peki? Çünkü nasıl başıboş bir sokak köpeği herkesi ve her şeyi potansiyel bir tehdit olarak algılar ve zamanla da saldırgan tavırlar göstermeye başlarsa, Ego da aynı tepkileri verir işte. Bir bakarız tüm mesele kendimiz olmuştur. Karşımızdaki kişileri haddinden fazla önemsemeye, davranış ve söylemlerine haddinden fazla dikkat kesilmeye, şaka kaldıramamaya, espri yapamamaya başlarız. İşte buyurun size tehlike çanları! Düşünün bir şeyi kendi içimizde çok fazla uzatarak çok daha çözümsüz hale getirince elimize ne geçiyor? Hiçbir şey! Sadece kendimizi yıprattığımızla, çevremizde itici güç oluşturduğumuzla kalıyoruz! Zamanla sosyal çevremiz daralmaya başlıyor ve yalnızlaşıyoruz. “Ne demiştik konuşmamıza başlarken; insan kendine karşı dürüst olmayı bıraktığı an yalnızlaşır”.
Ego+Ben+Biz = 3 Dk
Şimdi gelelim çözümün ne olduğuna! Psikolojideki 3 dakika kuralından bahsetmiştik daha önce hatırlar mısınız? Neydi bu meşhur 3 dakika kuralı! Eğer bir tartışmada veya kavgada taraflardan birisi meseleyi 3 dakikadan fazla uzatıyorsa o artık karşı tarafla ilgili bir problem olmaktan çıkıp bizimle ilgili bir probleme dönüşüyor. Çünkü artık tartışmaya EGO dahil olmuş oluyor ve konu gereksiz yerlere gitmeye, fuzulî yere uzamaya başlıyor. Mesele BİZ olmaktan çıkıp BEN olmaya dönüşüyor! Bu durumu da psikologlar şöyle açıklıyorlar; “Mesele sen değilsin ve hiçbir zaman da sen değildin. Mesele ne zaman sen olursun biliyor musun? Ego dediğin cahili susturamazsan konu her zaman sen olursun hem kendi içinde hem herkesin gözünde!”.
Evet güzel insanlar ben Melda Özen. Bugün sizlerle hayattaki anlam arayışımız hakkında sohbet etmek istedim. Dilerim keyif almışsınızdır. Bu durum bize şunu hatırlatmalı aslında. Elbette hayatımızda birçok şeyi anlamlandıracağız. Aksi halde her şey gözümüze boş gelir. Ancak her şeyin içinde sebep olarak bir BİZ aramayı bırakmalı ve hayatı biraz daha akışta yaşamalıyız! Mutlu ve mutsuz olmak bir seçimdir güzel insanlar! Hayatta seçimlerimizle varız. İnsan olmayı başarabilmenin yolu başkalarından önce kendimizi doğru okumakla başlıyor. Anlamını çok sevdiğim bir sözü kendimce uyarlayarak sözlerimi tamamlamak istiyorum. “Her şeyden önce BEN diyebilmek çok önemlidir mutlu olmak ve mutlu etmek için. Ancak mutluluğun akıbeti EGO’muzun BEN diye bağıran sesini yönetme biçimimizle şekillenir. Ben ve Ego ne yazık ki aynı iki şey değildir.”.
Bu arada ne sormuştum yukarıda? “Hayatınızda kaç kere kendi dalgalarınızda sörf yaptınız?”. Benim cevabım, hayatımın birçok anında. Peki ya sizlerin cevabı nedir? Yazın bana! Sizleri çok seviyorum güzel insanlar. Tekrar görüşmek üzere…