Atatürk Kültür Merkezi, ikonik silüetini tamamlayacak heykeli seçmek üzere geçen yıl düzenlediği ulusal yarışmada birinci olan esere kavuştu. İç mimar ve disiplinlerarası tasarımcı Semih Eskicioğlu’nun tasarladığı heykel, AKM yerleşkesi ile Mete Caddesi’nin kesişim noktasında yerini aldı. AKM’nin mimari ruhunu ve sanatsal kimliğini yansıtan heykel, doğaya, sanata ve kente saygılı bir eser olarak öne çıkıyor.
Semih Eskicioğlu ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik…
Semih Bey sizi biraz tanıyabilir miyiz? Sanata olan ilginiz nasıl başladı? Nasıl devam etti bu ilgi?
Aslına bakarsanız sanata olan ilgim çocukluk yıllarıma dayanıyor. Küçük yaştan itibaren insanları, toplumu gözlemleyen biri olarak kendimi ifade yöntemi olarak konuşmayı değil sanatsal dışa vurumu tercih ettim. Lise yıllarında resim eğitimi aldım. Sonrasında da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü’ne girdim. Çok da severek, isteyerek okudum. Lisansüstü eğitimimi de yine aynı üniversitenin İç Mimarlık Bölümü’nde yapay zekâ odağındaki çeşitli çalışmalarla yürüttüm. Mimar Sinan’da disiplinler arası bir eğitimle yoğruldum. Dolayısıyla iç mekân, ürün tasarımı, grafik tasarım, fotoğraf, video, dijital görselleştirme, resim ve müzik gibi sanatın pek çok alanı benim için ilgi çekici. Tüm bu alanları kapsayacak şekilde de sanatsal üretimimi sürdürüyorum.
AKM’nin düzenlendiği heykel yarışmasına katılarak birincilik elde ettiniz. Bu yarışmayı bizlere biraz anlatır mısınız?
Doğrusunu söylemek gerekirse yarışma kavramı aslında bana uzak bir kavram. Sanatçıların birbirleriyle değil kendileriyle yarışmaları gerektiğini inanıyorum. Ancak AKM’nin düzenlediği yarışmanın hem değerli isimlerden olan jürisi hem de mekânın köklülüğü beni bu yarışmaya katılma konusunda cesaretlendirdi diyebilirim. Aynı zamanda İstanbul ve AKM için bir eser yaratmak fikri de elbette heyecan vericiydi.
Yarışma jürisinin kriterleri nelerdi? Jüride hangi isimler yer alıyordu?
Yarışma koşulları arasında şöyle bir ifade yer alıyordu: ‘Plastik sanatların günümüzde sıkça karşılaşılan popüler ara yüzlerinin basit simgecilikler, ‘kitsch’ yaklaşımlarla kuşatılması gerçekliğinin karşısında, sanatsal ifadenin kent mekânı ile nitelikli biçimde buluşturulduğu, iyi bir örnek oluşturmak ana hedeflerimizdendir.’ Klişeleşmiş plastik sanat değer ve ezberlerinin dışında bir eser arayışı vardı. Aynı zamanda da eserin AKM’nin mimari ruhunu ve sanatsal kimliğini yansıtması gerektiği belirtiliyordu. Eserin özellikle klişelerin dışında bütünsel bir parçanın eklenişi olarak ele alınması fikrinden etkilendim. Hüsamettin Koçan’ın başkanlığını yaptığı jüri, Celaleddin Çelik, Günseli Kato, Murat Tabanlıoğlu, Osman Dinç, Seçkin Pirim ve Şakir Gökçebağ gibi hepsi birbirinden değerli isimlerden oluşuyordu.
AKM yerleşkesiyle bütünleşip Taksim Meydanı’ndan da görünür olan eserin seçilmesinde, çevre ile uyumu, yenilikçi yaklaşımı ve cesur bir iş olmasının yanı sıra AKM binasıyla kurduğu diyaloğun hem karşıt hem de pozitif ve üretken olması gibi kriterler de etkili oldu.
Eserinizi yaratırken nelerden ilham aldınız?
Eseri üretirken pek çok üsluptan etkilendim. Yapıyı kendi malzemesiyle değil zıt bir malzeme kullanımıyla tasarlamak, bazen sadece VR gözlükle görebildiğimiz bir yaklaşım ya da dış hatlarının geçirgen strüktürlerle vurgulanması gibi pek çok yaklaşımı değerlendirdim. Eseri, AKM’nin yakın tarihimize ait kökü ve bir kültürel değer olması gerçeğinden hareketle şekillendirmeye başladım. Eserin aslında hep oraya ait ve kurgusal olarak geçmişten gelmiş şekilde var olmasını, bahsettiğim üsluplarla harmanlayarak ilişkilendirdim. Yani doğrusal zaman çizelgesini zihnimde manipüle ettim diyebiliriz.
Eseriniz AKM’nin ikonik silüetiyle nasıl bir bütünlük yaratıyor?
Eserde AKM’nin iki ana ögesi öne çıkıyor. Geçmişten gelen cephe ve küre şeklindeki opera salonu. Geçmişteki cephe, geçirgenliği sayesinde küre formuyla bütünleşiyor ve bu bütünlükle birlikte kenti de algısal olarak binanın içine taşıyor. Birbirlerini tamamlayan bu iki ögenin anlamını soyut bir süzgeçten geçirerek, eski cephenin geçirgenliği ve gridal yapısı ile opera salonunun sanatın kente yayılan ses dalgalarını temsili olarak birleştirdim. Eser üzerinde bu iki etkiyi de görebilirsiniz. Hikâyeyi desteklemek için de aydınlatmaya anlamına istinaden kırmızı renk sıçratarak, aynı zamanda opera salonunda etkinlik olduğunda dalgalanma efektiyle bir etkileşim yaratmak istedim. Normal günlerde ışık sabit yanıyor. Ayrıca bu ses dalgası hikayesini dalgalı formda da görebiliyoruz.
Eseriniz olumsuz tepkiler de aldı, bu görüşler hakkında neler söylemek isteriniz?
Kentin merkezine kimsenin eleştirmediği, hiçbir hikayesi olmayan, sadece estetik, güzel, parlak bir eser yapmak istemezdim zaten. Eserin sanatsal niteliğine inancım öncelikle içsel dünyamdaki tutarlılık, ardından da değerli sanatçı ve mimarlardan aldığım takdirden geliyor.
Kültür ve sanata olan katkılarınız devam edecek mi?
Anlamını içime sindirebildiğim eserler üretmeye elbette devam edeceğim.
Röportaj: Pelin Ateş