Yavuz Selim Senemoğlu bir yazar. Aynı zamanda bir sinemacı, tiyatroya ve gazeteciliğe de bulaşmış “deli” bir adam. Girdiği her alanda da yeteneğini konuşturmuş biri. Yavuz Selim Senemoğlu’nun “şimdilik” üç kitabı var: Karnaval, Zelzele ve Tutanak.
Senemoğlu ile edebiyata, sinemaya ve genel olarak da hayata dair bir sohbet gerçekleştirdik… Yavuz Selim Senemoğlu’nu daha yakından tanımamıza fırsat veren bu röportaj aynı zamanda çok yönlü bir sanatçı portresi özelliği de taşıyor.
On parmağında on marifet var… Tiyatroya nasıl bulaşmıştın?
Küçük bir çocukken babamın beni Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne yazdırmasıyla bulaştım… Uzun bir eğitimin ardından ilk rolüm “Küçük Prens”i sahneleme vaktimin gelip çattığı gün, Müjdat Gezen ustamın gelip kostümümü düzeltmesi ve “Hadi bakalım göreyim seni!” dediği an hayatta ne yapmak istediğime karar vermiştim.
Peki ya yazarlık?
Aradan geçen kısa sürenin ardından beni yazmaya yönlendiren ve üzerimde büyük emeği olan rahmetli Tolgay Ziyal ile tanıştım. “Oğlum senin içinde acayip bir yazar var. Bırak oynamayı, yazmaya geç!” demesiyle aldığım cesaret, bugün olduğum Yavuz’u oluşturdu sanırım. Yazdığım ancak “ya kötü olmuşsa” korkusuyla gün yüzüne çıkaramadığım işleri açığa çıkartabildim bu sayede.
Yazdıklarını sinemaya aktarma hayalleri seni sinemaya yöneltti sanırım. Tam olarak sinemayla flörtün ne zaman başladı?
Evet, aslında yazdığım senaryoları çekmeyi öğrenmek amacıyla sinema, reklam ve klip prodüksiyonları yapmaya başladım. 11 yıl boyunca asistanlıktan prodüktörlüğe kadar sektörün her alanında çalışıp hem işi mutfağında öğrendim hem de çekimler için Türkiye’yi karış karış gezerek insan hikayeleriyle heybemi doldurmaya ve senaryolar biriktirebilme şansına eriştim. Bundan 5-6 sene önce de artık tamamen hazır olduğumu hissederek prodüktörlüğü bıraktım ve yazmış olduğum tüm senaryoları romanlaştırmaya başladım.
Türkiye’de çekilen çok sayıda yabancı filmin ekibinde yer aldın… Sinema kariyerinle gazetecilik serüvenin de bir dönem kesişti…
Doğru. Yazma hevesim beni üniversite gazetecilik bölümüne yönlendirdi. Bahçeşehir Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde okuduğum ilk yıl stajyer olarak da sinema sektöründe çalışmaya başladım. Oyuncularım terli kıyafetlerini kuru temizleyiciye götürüp getirerek başladı sinema kariyerim diyebiliriz. Özellikle lise yıllarında aldığım yabancı dil eğitiminin bu sektörde büyük faydasını gördüm. Yabancı dil, insan ilişkileri ve çalışmayı çok sevmem sayesinde sektörde çok hızlı yükseldim. Türkiye’de çekilen çok sayıda yabancı filmin ekibinde yer aldım. Çekimler için gerekli izinlerden tutun da senaryo için ihtiyaç duyduğumuz araçları, mekanları kısacası her şeyi bulup ayarlayan insan haline geldim. Hemen ardından devam eden süreçte de epey uzun sayılabilecek bir süre yapım koordinatörlüğü ve yapımcılık yaparak, hayallerimi gerçekleştirebilmek için kendimi geliştirmeye çalıştım.
“Şimdilik” 3 romanın var… Hepsi de müthiş bir kalemden çıktığını daha ilk satırlarında hissettiriyor. TUTANAK romanının biraz farklı bir yeri var sanırım?
Okurla buluşan 3 romanımdan iki tanesi kurgusal. Fakat üçüncü romanım TUTANAK, yaşanmış gerçek bir hayat hikayesi. Prodüksiyon yaptığım dönemde çekim için gittiğim Güneydoğu’nun bir dağ köyünde tanıştığım yaşlı bir adamın hikayesi. -30 derece bir havada, karların üzerine attığımız tahta bir iskemlenin üzerinde dinlemiştim başından geçenleri kendi ağzından.
Yazarlığını ve yapımcılığını üstlendiğin ilk “İzlenebilir Roman” KARNAVAL’dan bahseder misin biraz da? Bir okur olarak benim için de çok değişik bir deneyimdi bu kitap. Öncelikle şunu cevapla ama; İzlenebilir Roman fikri nasıl çıktı, nedir bu?
İzlenebilir Roman kavramını tek kelimeyle açıklamam gerekirse sanırım benim “doyumsuzluğum” diyebilirim. Yazmak yetmiyor çünkü. Asıl mesleğim ve tutkum sinema olduğu için, romanların hepsi de dediğim gibi aslında birer film olduğu için, son noktayı koyduğumda hikâyenin geçtiği mekanlardan tutun da, çalan müziklere, oynayacak oyunculara kadar her detay hazır vaziyette oluyor dosyalarımın içerisinde. Bu dosyaları insanlarla paylaşma arzusuyla yanıp tutuşuyorum. Bu hayali gerçekleştirebilmek için yapımcı yapımcı gezmek yerine ben ne yapabilirim diye düşünerek oluşturdum izlenebilir roman konseptini. Kitap hazır olduğu an, yazar Yavuz’u bir kenara bırakıp, prodüktör Yavuz’u göreve getirdim.
Bütçeler hesaplandı, mekanlar bulundu, müzikler, açılar, kadrajlar ayarlandı ve daha önce yapılmayanı yapabilmek adına çıktık yola. Karnaval basıldığı sene dünyada bir örneği yoktu. Tek tük bazı dergi ve reklamda QR kod kullanılıyordu hepsi o kadar. Türünün tek örneğiydi diyebiliriz yani.
Yazarlığını ve sinemacılığını aynı potada eritmeye çalışıyorsun… Bir sohbetimizde bu romanların aslında aynı zamanda senaryo da olduğunu söylemiştin. Bunu açar mısın biraz?
Tüm romanlarım yazmış olduğum film senaryolarının kitaplaştırılmış halleri aslında. 2007’nin başından beri yazdığım senaryo ve projelerin ete kemiğe bürünmüş halleri onlar. Hepimizi derinden sarsan pandemi sürecinden bir sene evvel işi gücü bırakıp onları adam etmek üzere kendimi eve kapatmıştım ben. O yüzden sanırım pandemiyi en rahat ve keyifli atlatan insanlardan biri oldum.
İlerleyen yıllardaki planların ne? Yazarlığı elden bırakmadan sinemaya devam mı?
Yazarlık kariyerime devam edeceğim. Şu anda baskıya hazırlanan bir kitabım ve taslakları tamamlanmış kitaplarım raflardaki yerini almayı bekliyor. En büyük hayalim ise kitaplarımı beyaz perdede / ekranda görebilmek. Bu noktada büyük dijital platformlarla görüşmelerimiz devam ediyor. Netflix ve Amazon Prime’a sunulmuş projeler var. En büyük hayalim bu projeleri de gerçeğe dönüştürebilmek.
Röportaj: Olcay Bağır