Hatice Karahisar Göktaş, ruhunda sanatın ışığıyla doğmuş bir ebru sanatçısı. Kendi deyimiyle, kumaşı doğup büyüdüğü kadim İstanbul’un dokusuyla şekillenmiş. Özellikle Tarihi Yarımada’nın dokusu ve ruhaniyeti hem insan hem bir ebru sanatçısı olarak onu çok beslemiş. 90’ların sonunda babasını kaybetmesi ruh dünyasında büyük bir boşluk oluşturmuş ve bu yas sürecinde ebru sanatıyla tanışmış. O güne kadar oturup “bir çöp adam” bile çizmişliği yokken, boyaların sudaki dansını seyredip huzur bulmuş. Hocası ise sadece ders aldığı Timuçin Tanarslan değil, işlerini görüp incelediği ebrunun bütün ustaları…
– Bu sohbetimizin, ebru sanatının yeni kuşaklara tanıtılmasına katkı sunmasını umarak sormak istiyorum; ebru sanatı nedir, bize biraz bahseder misiniz?
– Kaynaklar ebru sanatını net olmamakla birlikte 13. ve 14. yüzyıllarda Türkistan, Semerkant bölgelerinde başladığını vurguluyor. Tarihi netlik kazanmasa da Topkapı Sarayı’nda bulunan en eski ebru çalışmasının tarihi 1447 olarak biliniyor. Kadim bir Türk el sanatı… Ebruda, kitre (geven denen otun gövdesinden çıkartılan bir tür zamk) ile yoğunlaştırılmış suyun üzerine toprak boyalar kullanarak yapılan desenler suyu emme özelliği olan kağıtlara aktarılıyor. Bu desenleri oluştururken yeteneğiniz kadar, hayal gücünüz, içinde olduğunuz ruh halini tekneye aktarma beceriniz de devreye giriyor. Burada çok detayına girersek konu uzayabilir ama ebruyu tasavvuf geleneğinden de ayrı görmemek gerekir. Tasavvuf yolculuğunda insanın olgunlaşma sürecinin bir tür sembolik tasviri de ebruda vardır. Yola sabırla çıkarsınız en başta… Elinizden geleni yapar suya nakşedersiniz. Bir ebrunun aynısı bir daha çıkmaz… Çıkacak sonuç da, siz elinizden geleni yaptıktan sonra takdir-i ilahidir…
– Ebru sanatı nasıl öğrenilir?
Tüm geleneksel sanatlarımızda olduğu gibi usta-çırak ilişkisiyle öğrenilir. Günümüzde birçok özel kurs, belediyelerin ücretsiz eğitimleri de bulunmaktadır.
– Yıllardır ebru yapıyorsunuz. Bu süreçte ebru size ne öğretti, neler kattı?
– Öncelikle sabrı öğretti. Hayatın iplerinin bir yere kadar bizim elimizde olduğunu idrak etmemi sağladı. “Ben” dememeyi öğretti. Hayatın her alanında yapan, eden biz değiliz, “Yaptıran var” demeyi öğretti… Bir de hayatın farklı renklerini görmemi sağladı. Ebru teknesi alemin küçük bir tasviri oldu benim için. Sonlu görünen bu küçücük alanın sonsuzluğunu keşfettirdi… Tıpkı insan ruhunun sonsuz oluşu gibi.
– Yaptığınız ebruyu tekneden çıkardığınız ilk anda neler hissediyorsunuz?
– İnsan her ruh halini zihnine kaydedemiyor. Anlar gelip geçiyor, unutuluyor. Her ebru biriciktir. Bir kere çıkar… Tekneden çıkan çalışmamı görünce, onu yaparken (yaptırılırken) nasıl bir ruh halinde olduğumu anlıyorum. Bana, beni anlatıyor… Bazen kederimi, bazen sevincimi…
– Eserlerinizde klasik ebru tekniği dışına da çıkıyorsunuz. Hat sanatından hatta minyatürden esinlenmeler de fark ediliyor. Bu cesur bir tarz… Ebru sanatını modern bir bakışla yorumluyorsunuz diyebilir miyiz?
– Ebru dışında, sadece ebruya uygulayabilmek adına kısa süre hat ve tezhip de çalıştım. Ama amacım ve hayalim bu kadim sanatları da ebruyla birleştirmekti. Gelenekseli öğrenmeden ve bilmeden, deneysele, moderne de yelken açılmaz. Her zaman bunun idrakinde oldum. Ne zaman ki ustalarımdan geleneksel ebru çalışmalarım hakkında olumlu geri dönüşler aldım, o zaman kendi hayal gücümü de katarak farklı arayışlara başladım. İç dünyamı ve hatta dışarıda gördüklerimi yansıtmaya çalışıyorum ebruda. En son mesela, İzmir’de düzenlenen Destanlarımız, Masal ve Halk Kahramanlarımız sergisi için ebru tekniğiyle bir Neyzen Tevfik portresi çalıştım. Onun dışında iç dünyanın kendine has, bildiğimiz lisanlarla tarifi olmayan dilini ebruya aktarmaya çalışıyorum… Zorlu bir süreç olduğunun farkındayım ama sanat en çok da bu yüzden var bence.
– Geleneksel üslupla yapılan ebru ile sizin de eserler ürettiğiniz yenilikçi üslup arasında zorluk farkı var mı? Deneysel eserlerde sanatçı kendinden de çok şey katıyor gibi…
– Bence bu bir tercih. Sadece geleneksel ebruda eserler veren, bu yolda ilerleyen müthiş ustalar var. Ben de ebruda deneysel arayışlar içinde olan tek insan değilim… Mühim olan, daha önce de söylediğim gibi gelenekseli öğrenip, içselleştirip sonra arayışa girmektir. Eski bir türkü vardır. “Bir binayı yapamazsan / Yıkıp viran eyleme” der. Önce o binayı yapabilme mahareti şarttır.
– Ebru sanatına ilgi duyanlara veya yeni başlayacak olanlara ne tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Benim tavsiyem önce ebru üzerine okumalar yapmak, bu sanatın felsefesini kavramaya çalışmaktır. Ve tabii ki bir ustanın eteğine sıkı sıkı yapışmak… Sonrası ise sabır, sabır, sabır. Tam bu noktada bir diğer ebru hocam Ömer Faruk Dere’yle bir anımı aktarmak isterim. Bağlarbaşı Türk İslam Sanatları İhtisas Merkezi’ne girmek için sınavda yaptığım geleneksel bir çiçek ebrusunu kağıda alırken hava boşluğu oluştuğu için, desenin yarısı teknede kaldı. Çok üzüldüm… Hocam yanıma gelip şöyle dedi: “Üzülme, tekneden nasibin bugün bu kadarmış.” Benim için bu, ebru üzerine verilmiş çok büyük bir dersti. Samimiyetle çalışana mükafatı her zaman gelir.