Yoğun bir iş temponuz olduğunuz biliyoruz. Son zamanlarda neler yapıyorsunuz?
Son aylarda ağırlıklı olarak seyahat ediyorum. Geriye baktığım zaman hemen hemen her hafta bir yurt dışı seyahatindeydim. En son Amerika’ya, gelir gelmez Dubai’ye gittim ve önümüzdeki hafta da Çin’e gideceğim. Aylardır neredeyse bu tempoda geçiyor, seyahat seyahat ve seyahat… Tabii bu iş tarafı, bir de Nisan ayı yaklaşırken bizim malum karnaval hazırlıkları devam ediyor. Ağırlıklı olarak bu iki başlık altında yoğun günler yaşadığımızı söyleyebilirim.
Bir tiyatro geçmişiniz var ama zaman aktıkça hayatın temposuna kapılıp keyif aldığımız şeyleri yapmayı unutabiliyoruz. Şimdilerde sanatla ve tiyatro sahneleriyle nasıl bir ilişkiniz var?
Fırsat oldukça sanatsal performansları mutlaka takip etmeye çalışıyorum. Eskiden oyunculuk, yönetmenlik ve eğitmenlik yapıyordum ama şimdi mümkün değil, çok yoğun bir tempomuz var. Yine de son bir ay içerisinde Türkiye’de iki yeni oyun izledim ve çok mutlu oluyorum vakit ayırabildiğim zaman. Amerika’ya gittiğimizde de iki ayrı müzikal için vakit ayırabildim. Yani vakit buldukça tiyatro izlemeyi hala çok seviyorum ve bazen de şirketimizde ki çalışmalarla tatmin ediyorum kendimi. Burada çalışma arkadaşlarımızın oluşturduğu bir tiyatro kulübümüz var, onları izlemeye gidiyorum mesela. Hatta şimdi bir oyun da çalışıyorlar ve birkaç ay içerisinde çıkaracaklar. Heyecanla bekliyorum.
Şu anda sizinle bir tiyatro başarınız üzerine de röportaj yapabilirdik. Hayatınızda nasıl bir dönüm noktası yaşandı ki biz şu an farklı bir sebeple buradayız?
Tabii ben şimdi yıllar önce gittim sorunuzla (gülüyor). Benim hiç beyaz yakalı bir çalışan olma hayalim ya da planım olmadı işin doğrusu. O zamanlar kendi tiyatrom, öğrencilerim vardı. Birlikte çalışmalar yapıyorduk. İleriye dönük hayallerim de bu yöndeydi, sinema yönetmeni olmayı çok arzuluyordum. Ama işte hayat sizin beklediğinizin dışında gelişiyor ve benim de çalışmam gerekti. O zaman da 1996 yılında 28 sene önce işte topladım tası tarağı İstanbul’a geldim kurumsalda çalışmak için. 27 yıldır da otomotiv sektöründe çalışıyorum. “Benim hikayem böyle ama olmasaydı o tarafa mı giderdi?” derseniz, evet sanırım öyle olurdu. Çünkü o kısım benim hem sevdiğim hem de uzak vadede hayallerimin olduğu bir alan. Ancak sinema da başlı başına bir iş ve onu bir hobi gibi sürdürme şansınız yok, tamamen kanalize olmak gerekiyor. Ve dediğiniz gibi beyaz yakalı olmayı seçmeseydim ve başarılı da bir yönetmen olsaydım belki de bugün sizinle başka yaptığım işlerle ilgili bir röportaj yapıyor olabilirdik.
Portakal Çiçeği Karnavalı da sanata olan düşkünlüğünüzün bir eseri gibi görünüyor.
Evet, doğru söylüyorsunuz. İçinde zaten ağırlıklı olarak sanat ve spor performansları var. Tiyatro gösterileri, konserler, birbirinden farklı alanda sergiler… Zaten bizim karnavalı birçok festivalden ayıran yönü de bu. Bizde yüzden fazla aktivite var ve mutlaka sanat ya da sporla ilintili hatta bilimle ilintili. Felsefe söyleşileri ya da satranç turnuvaları da buna dahil. Baktığınız zaman çok geniş bir yelpazede sanat ve spor, biraz da bilimsel etkinlikler var. İnsanlar da bunların hepsine ücretsiz olarak katılabiliyor.
Tutkulu insanlar karşılıksız buluştuğu bir alan…
Aynen öyle. Bir önceki yıl gelen başkalarına da anlatıyor ve bir sonraki karnavala daha kalabalık geliyorlar. Mesela motosiklet grupları toplanıyor tüm ülkeden ve onlara nehir kenarında ayırdığımız alana kamp kuruyorlar. Karavan kulübü geliyor mesela 200 araçla toplanıp katılıyorlar karnavala hatta Danimarka’dan gelenler vardı. Bu sene de çok coşkulu olacağını tahmin ediyoruz. Çünkü Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Kültür Yolu Festivalleri” programına da dahil edildi ve böylece yurt dışı tanıtımlarında çok büyük bir destek almış oluyoruz. İçerik oluştururken de yine çok önemli destekleri var. Geçmişte 4-5 günü kapsayan bir program oluştururken şimdi tam iki haftasonuna yayılan bir hazırlık içerisindeyiz.
Karnavalı bir iş olarak görmüyorsunuz ama birçok emekçiye de yeni kapılar açtığı aşikar. Hem turizm hem de sanat alanında birçok kişinin kendini göstermesi için fırsat hatta. Sizin yola çıkarken ki amacınız neydi?
Türkiye’de hali hazırda birbirine yakın formatlarda çok fazla festival var. Bu yüzden de hem Adana’da hem de sokakta geçen bir şey olmasını istedik. Gelenler Adana’nın tam bir sokak şehri olduğunu mutlaka hissederler zaten. Çünkü Nisan ayında Adana sokakları çok güzel olur bir kere. Hani derler ya “limonata gibi hava” işte tam da öyle. Her yer mis gibi portakal çiçeği kokar ve Adana halkı sokakta yaşamayı zaten çok sever. Yılın 8 ayı balkonda oturur, restorana gittiğiniz zaman masalar kaldırımlara atılır. Bu yüzden Nisan’da Adana’da toplanmak için çıktık yola. Diğer taraftan karnavalın daha ikinci yılından itibaren uluslararası bir noktaya ulaşması çok önemliydi. Yurt dışından birçok insan geliyor ve sadece Adana’ya da değil, Kapadokya gibi çevre şehirleri de ziyaret ediyorlar. Böyle olunca da iş bütün coğrafyanın tanıtımına kadar gitti ve sizin de dediğiniz gibi ekonomik tarafı büyüdü. Esnaf bu karnavalı bekler oldu. Şimdiyse sokaklara dökülen 1 milyon insanın hepsinin yüzünde gülümseme var. Maskeler takmışlar, kostümler giymişler… Baktığınızda herkesin keyif aldığını görünce de amacınıza ulaşmış oluyorsunuz.
O zaman bu karnaval kültürüyle, atmosferiyle tam bir Adanalı diyebiliriz sanırım. Peki en Ali Haydar tarafı ne?
Bence Nisan’da portakal çiçeği kokusunda bütün insanların orada toplanması; insanları buluşturan bir şey olması. Mesela bizim karnavalda siyaset yasaktır, etkinlik günlerinde farklı partilerin belediye başkanları aynı sahneye çıkıp konuşma yapar ama konu içerisinde asla siyaset olmaz. “Etnik kimliğin nedir?”, “Siyasi görüşün nedir?” sorularının unutulduğu; herkesin aynı anda gülüp eğlendiği bir alan. Medeniyette bu zaten. Kimse birbirini ötekileştirmiyor ve hoşgörü çok yüksek. Bu kısmı bana çok Ali Haydar geliyor işin doğrusu.
Siz bu karnavalın yaratıcısı olarak değil de bir katılımcı olarak bizimle bu sohbeti gerçekleştiriyor olsaydınız bize “harikaydı, mutlaka yap” dediğiniz ne olurdu?
Ben 11 yıldır karnavallarda sabah 6’da uyanıyorum ve ekibimle birlikte koşturmaya başlıyorum. İnsanlar eğlenirken biz de birçok şeye yetişmeye çalışıyoruz. Hayalimde “ben de eğlenirim” vardı açıkçası ama daha oraya gelemedim koşuşturmaktan (gülüyor). Yine de gastronomisinin denenmesi gerektiğini söyleyebilirim mutlaka, Adana’ya gelip de kebap yememek olmaz. Ben kebabı dürüm olarak severim ve eşime dostuma öyle tavsiye ederim. Bir de yerken üstüne limon sıkmayı unutmayın, çoğu kişi bilmiyor bunu. Web sitesinde yayınlanan programa mutlaka bakılmalı. Çünkü 150’den fazla performans var ve ilginizi çekenlere yetişebilmek için oraya bakmak çok hayat kolaylaştırıyor. Bir de turunç ağaçları vardır bizim yollarımızda ve akşamüstü oradaki çiçeklerin kokusunun en yüksek olduğu saatlerdir. Bu yüzden mutlaka sokaklarda yürüyüş yapılmalı, o yoğunlukta arabaya binmeye hiç gerek yok zaten.
Galiba ben de bu yıl karnavalda bolca kebap yiyip biraz da yoga yapacağım…
Mutlaka bekliyoruz. Kahvaltı da “sıkma” yemeyi de unutmayın (gülüyor).
Ali Haydar Bozkurt ile gerçekleştirdiğimiz röportaj ve daha fazlası ALL Nisan sayısında…
Röportaj: Cansu Karakuş
Fotoğraf: Nadir Özkan