Melda Özen
Herkese merhaba! Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü! Bugün dünyadaki tüm kadınların resmî günü. Aslında her gün bizim günümüz hanımlar! Biz her gün varız ve her gün bizim için anlamlı olmalı. Bu anlamı da biz, kendimiz ithaf etmeliyiz kendimize. Her güne bir biz yaratmalıyız. Her güne bir biz bırakmalıyız. Hadi gelin bugün kadın olmak üzerine konuşalım birlikte. Hazırsak, alın keyif kahvelerinizi, başlayalım! Dikkat! Sürpriz sonlu!
Cinsiyetçi bakışlar!
Kadın olmayı hep tartışıyoruz değil mi? Dünyaya bu cinsiyet biçimiyle geldiğimizden beri, sürekli bir kadın olmak sorunsalıyla muhatabız. Sanki insan olarak değil de farklı türde bir canlı olarak yaşamsal varlığımızı sürdürüyormuşuz gibi değişik, alışılamayacak, mantık devrelerimizi yerinden sarsan bir konunun tam ortasındayız “kadın olarak”.
–Miş -Miş -Miş…
Vay be neymişiz biz! Kadın olmak mı? Kadın bedeninde dünyaya gelmek mi? Vay canına! Bu ne büyük bir kabahat değil mi? Hiç utanmamız da kalmamış olsa gerek kadın olduğumuz için! Kesin bizde ar damarı da yoktur. Haysiyet desen zaten ne gezer! Eğer kafamızı yukarı kaldırıp gökyüzüne bile bakıyorsak, vay bizim halimize. Yürürken biri arkamızdan geliyorsa ve bu gelen kişi “erkek bedeninde dünyaya gelmiş biriyse”, kesin utanılması gereken, yüz kızartıcı bir kabahatimiz olmuştur. Cesaret! Evet evet…. Kesin cesaret vermişizdir. Dur bakayım neydi o söz! Hah, tamam hatırladım, “Dişi köpek kuyruk sallamadıkça, erkek köpek arkasından gelmez”‘mişmişmişmişmişmiş……..
Yazım hatası: “Kadın Olmak”
Yazım hatasını bilerek yaptım. Ama bunu sırf kadın olduğum için yaptığıma inanabilecek embesillik seviyesinde insanlar var ne yazık ki! Dünya ilerlemiyor sanılanın aksine hanımlar. Dünya hep geri ve gerilemeye de devam ediyor. Sadece bizim ülkemizde, kadına verilen “değersizliği” çok net görmekteyiz. İçler acısı tablolar her an karşımızda. Bir kadın üzücü bir olay mı yaşıyor. Kesin kabahatlidir. Bir kadın ağlıyor mu? Kesin bunu hak edecek bir şey yapmıştır. Bir kadın canına mı kıyıyor? Kesin utanç verici bir olaya adı karışmıştır. Bir kadın dayak mı yiyor? Kesin kuyruk sallamıştır…
Zihniyetlerde kadın gerçeği: “İnce İnce Yasemince ve Kakılmış”
Doksanlı yıllarda çok sevdiğim, başarılı tiyatrocu Yasemin Yalçın hanımefendinin televizyonda verilen çok besleyici ve ders verici tiyatro programı vardı “İnce İnce Yasemince” adında. Orada “Kakılmış” diye bir karaktere de hayat veriyordu. Bilenler için hatırlatmış, bilmeyenleri de aydınlatmış olayım. Kakılmış karakteri kocası tarafından değersizleştirilmiş, sürekli dayak yiyen, sözlü şiddete maruz kalan, çalışıp eve bakan, evlere temizliğe giderek geçimini kazanan, kendi içinde mutlu ama evliliğinde çok mutsuz bir kadındı.
Hazin gerçek!
Farkında mıyız hanımlar! Hepimiz “Kakılmış” karakteri gibi yaşıyoruz bu hayatı. Etrafımızda ne kadar özgüven eksikliği olan kadın var. Ne kadar yaptıklarını, kendisini hatta hayattaki var oluş amacını sorgulayan kadın var! Sindirilmiş, değersizleştirilmiş, kadın olduğu için aşağılanan, bedeni ve cinsiyeti yüzünden “cinsel bir obje” olarak tanımlanan, cinsel istismara maruz kalan, mesleği olmayan, okutulmayan, insanî hakları ellerinden alınmış, dünyadaki varlığı hep gereksiz görülmüş, yaşamsal varlığının sadece “çocuk doğurmak- çocuk bakmak- ev kadını olmak- erkek kahrı çekmek” sıralaması şeklinde olması gerektiğine inanılanne kadar ama ne kadar çok kadın var.
Tür: İnsan! Cinsiyet: Kadın!
Ben bir kadın olarak isyanımı hep bağırmadan, çok daha akılda kalıcı yollarla yapmayı tercih etmeyi seçmişimdir mesela. Örneğin, hiçbir zaman “feminist” bir zihniyete değil “eşitlikçi ve insancıl” bir zihniyete sahip olmayı savunmuşumdur. Cinsiyetlerimiz farklı olabilir ama hepimizin türü aynı “insan”, fakat ne yazık ki türümüzün çoğu cinsinin kanı bozuk o ayrı. Haberler kadınlara kurulan acımasız komplolarla dolu, kanalların birinde şiddet, birinde ölüm, birinde intihar, birinde dayak… O kadar acımasız haberler var ki içim acımıyor duyunca yalnızca, içim yok oluyor adeta. Kadın olduğuma değil, insan olduğuma yanıyorum öyle zamanlarda. Cinsiyetleri değil, zihniyetleri sorguluyorum. Kadınların neden “Kakılmış” olarak kaldığını, neden “ötekileştirildiğini”, neden “kabullenilmediğini”, neden “insan yerine konulmadığını”, neden “yok sayıldığını”, neden “bu kadar çok nedeni aynı anda yaşadıklarını” sorguluyorum. Ve biliyor musunuz? Ben kadınlar gününü kutlamayı sevmiyorum hanımlar…
Meşhur 8 Mart!
Evet sevmiyorum 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutlamayı. Çünkü kadın olmak şu an bu kutlamayı kaldırabilecek güçte değil, bana kalırsa. Neden mi? Sadece bir gün içinde elinden tüm hakları hatta “kadınlar günü kutlama hakkı” alınmış kaç kadın olduğunu düşünmek bu isteksizliği içimde oluşturmaya yeterli oluyor. Ben kuru kuru kutlama yapmak istemiyorum çünkü. Ben gerçek bir şeyler yapmak istiyorum. Ben kadınların kadın oldukları için kendileriyle gurur duydukları, mutlu oldukları, başları dik yaşadıkları bir dünyanın parçası olmayı ve bunu kutlamayı istiyorum. Bir kadın olarak, kadın olmayı tehdit olarak görmeyen zihniyetlerin, kadına pornografik anlamlar yüklemeyen beyinlerin, kadına istismar yapmayı aklından dahi geçirmeyen zihinlerin, kadına acıklı değil, anlamlı ve saygılı bakışların olduğu günlerin sabahlarına uyanmak, o sabahların akşamlarını görmek istiyorum.
Ertesi gün! Peki, ya sonra!
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü… Wow! Hemen kutlayalım hadi! Peki yarın! Günler 9 Mart’ı gösterdiğinde de aynı coşkuya sahip olacak mıyız? Yoksa yine bir haber kanalında eşinden, takıntılı erkeğin birinden, sevgilisinden ya da sıfatı önemsiz insanın birinden zarar gören kadınların haberlerini mi duyacağız? Bence kadınlara gerçek kadınlar günü hediyesi nedir biliyor musunuz hanımlar? 8 Mart öncesi, günü ya da birkaç gün sonrası, kadınlara kendilerini güvence altına alan yüksek koruyuculuğu olan yasal yaptırımların çıkarılmış olduğunun haberinin verilmesi. Kadınların kendilerini koruyan yasal yaptırımların olduğu bir ülkenin sabahına uyanma hakkının verilmesi….
Yeter!
İçim ne kadar da dolu değil mi? Okurken bunu düşünebilirsiniz. Ama artık “yeter” dahi demek istemiyorum. Çünkü “yeter demeye de yeter”. Kuru kuru “yeter” demek çözüm mü? Değil! Önlem mi? Değil! Yeterli mi? Değil! Harekete geçilmesi gerekli. Somut adımlar atılması gerekli. Güven oluşturulması gerekli. Kafamı erkeklere düşman kesilmekle falan bozmadım bu arada. Cümlelerim yanlış anlaşılmasın. Ama erkeklere de buradan söyleyeceklerim var elbette. Kadınlara olan bu takıntıları, bu çirkinlikleri…
Atamızın izinde gururla!
Hiçbir kadının dünyaya geliş amacı bunlara maruz kalmak ya da bunları tolere etmek değil. Kadınlara saygı duymayı öğreneceksiniz beyler! Kusura bakmayın ama bu konuda hiç ama hiç toleransım yok. Erkek düşmanı değilim ama erkekleri takdir ederek de yaşamıyorum içinde bulunduğumuz bu gerçeklikte. Artık tüm erkeklerin silkelenip, hayatındaki kadına zulmeden ve bundan keyif alan “İtilmiş” karakteri modundan ve kafasından tamamen sıyrılıp, acilen fazlasıyla geç kalınmış Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün kadınlara Değer Veren ve Kadınları Toplumun Baş Tacı Yapan Zihniyetine sahip olmaları gerekli. Çünkü bizi yalnızca aydınlık bir zihniyet kurtarabilir, unutmayın! Tüm erkekleri de bir Kadın Doğurdu!
Sürpriz son!
Ben Melda Özen. Sizlerle bugün kadınlar günü özel söyleşisi istedim. Dilerim kadınlar olarak birbirimize içimize dökebilmeyi başarabilmişizdir. Sözlerimi kadınlar günü için kaleme almış olduğum bir şiirle sonlandırmak istiyorum. Dilerim keyif alırsınız. Hepinize kendinizi çok sevdiğiniz günler yaşamanızı diliyorum, siz dünyaya gelmiş çok güzel bir hediyesiniz hanımlar unutmayın! Vehadi benden sonra tekrar edin yüksek sesle “Kadın Olarak İyi Ki Varız!”. Sevgiler…
-Kadınım Ben –
Kadınım Ben, ama sadece kadın değil.
Anneyim Ben, ama bu yeterli değil.
Eş’im Ben, evde bir köle değil.
İşçiyim, Çalışanım Ben, ama şartlarım eşit değil.
Kadınım Ben, ama insanların gözü göz değil.
Kadınım Ben, dünyaya gelmiş bir hata değil.
Kadınım Ben,ama günlerim şiddetsiz değil.
Benim birçok misyonum var belki ama, bu kimsenin umrunda değil.
Kadınım Ben, İnsanım…..
İnsanların karşı durduğu bir davranış değil.