Melda Özen
Herkese merhaba! Yepyeni bir konu ile karşınızdayım. Ama önce sormak istiyorum sizlere. Bugün nasılsınız bakalım? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Güne nasıl başladınız? Cevabınızın, “senin yazınla birlikte süper enerjik başladık bugüne, iyi ki varsın Melduş” olduğunu düşünerek, ben, büyük bir motivasyonla başladım bugüne. Bugün biraz iletişimin biz insanlar tarafından kırılganlaştırılan uzuvlarını konuşalım istiyorum. Ne tür hatalara imza atıyoruz, kendi içimizde ya da kafamızda iletişimi nasıl yaşıyoruz, düşündüklerimizi nasıl dışa vuruyoruz… Kısaca iletişim kurmaya çalışırken, hatta iletişim kurduğumuzu sanırken, hangi hataları yapıyoruz? Hem de sürekli olarak… Evet, hazırsak oldukça besleyici olacak olan konuşmamıza başlıyorum…. Çözümler tarafımdan en son paylaşılacaktır. Az sabır!
1- Mobing
Oldukça hayatın içinde olan bu kavramı kesinlikle duymuşsunuzdur diye düşünüyorum. Neredeyse dünyanın her yerinde yaşanıyor ve baş edilmesi oldukça zor ve bir o kadar da önemli. Bilenler için pekiştirme olur ama bilmeyenler için kısaca hatırlatalım, Mobing, “İşyerinde kimi zaman çalışma arkadaşları, kimi zaman da yöneticiler tarafından kişiye uygulanan psikolojik şiddete verilen isimdir.”
Sizi hassaslaştırmaya, psikolojik olarak direncinizi kırmaya yönelik olarak uygulanan, siz pes etmeye karar verene kadar da ısrarla devam ettirilen yüzsüz bir çabadır. Çok fazla kişi bu sorunla başa çıkmaya çalışırken ya işten ayrılıyor ya psikolojik tedavi yöntemlerine başvuruyor ya gittikçe kırılganlaşıyor ya da huyu değişmeye başlıyor. Her ne olursa olsun cevabınız, burada yazan ya da yazmayan, kişide bir deprem etkisi yarattığı net bir gerçek. Aslında iletişimin hiçbir zaman sahip olmadığı bir uzvudur Mobing kavramı bilinenin aksine. İletişim bilimi, Mobing ve kardeşleri gibi “huzursuz iletişim kurma sendromlarıyla” mücadele etmek için var, onlara çatı olmak için değil.
2- Önyargı
Önyargı denildiğinde de yani ne bileyim insan bir garip oluyor ama aslında fazlasıyla aşina olduğumuz bir kavram kendileri. Yine yaygın olarak bilinenin aksine aslında iletişim biliminin hiçbir zaman sahip olmadığı uzuvlarında bir diğeridir. Herkes önyargı kavramını iletişimin bir kolu zanneder ama inanın öyle değil. Bir iletişim uzmanı olarak bugün bu yanlışları düzeltiyorum. Önyargı “bir olay veya durum karşısında kişinin kendi değer yargılarına göre bir olayı ya da durumu değerlendirmesi, kendi perspektifiyle yorumlama ve anlamlandırma çabasıdır.”
Önyargı aslında sabit fikirli, dar görüşlü dediğimiz kişilerde yaygın olarak görülür. Ama çoğu zaman birçok kişinin de olayları anlamak istediği gibi yorumlamasından doğan bir kaçış yoludur. Önyargılı insanlar başka seçenek kabul etmezler ve “ille de benim dediğim doğrudur” diye diretirler. Bu tip kişiler hayatımızın her alanında vardır ve evet bu çok zor bir durumdur. İletişim bilimi işte burada devreye bilinenin aksine şu amaçla girer, “önyargıyı kırmak”.
Zihinlerde yangın oluşmadan açıklayayım durumu. Önyargı ve bu önyargılara sahip insanlar bilindiği gibi çok zordur. Fakat iletişim bilimi için imkânsız diye bir şey yoktur. Her ne kadar, “önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan zordur” demiş olsa da Einstein, biz iletişimciler bunun da çaresini bulduk, aslında göründüğü kadar da zor değil.
3- Sabit bakışlar
İtiraf edelim, hiç kimse birinin bakışları gölgesinde rahat edemez. Birinin gözlerini sizin üzerinizde yoğunlaştırması hiçbir zaman istemeyeceğimiz bir şey sonuçta. Düşünsenize, iş yerinizdesiniz, çalışmanıza konsantre olmaya ihtiyacınız var ve çalışma arkadaşlarınızdan birinin gözleri sizin üzerinizde. Siz ne yapsanız bakıyor, inceliyor, takip ediyor… Üzerinize yapışık bir çift gözle çalışıyorsunuz adeta.
Kim bunu ister ki! Haklısınız! Sabit bakışlı insanlar ne yazık ki her yerde varlar. Onların olmadığı bir dünya henüz keşfedilmedi çünkü. Bakışlarıyla güzel huzur kaçırırlar. İnsana kendisini sürekli takip altında hissettirirler. Sanki bir açığınızı yakalamaya, hatanızı ortaya çıkarmaya çalışıyorlarmış gibi tavırlar içindedirler. Oldukça rahatsız edici değil mi? Peki, iletişim bunun neresinde?
Yine söylüyorum, iletişim bilimi bu sorunları kabul etmiyor ve kucaklamıyor. İletişim bilimi bu sorunları bertaraf etmek için çeşitli stratejiler geliştirmek için var. Ne gibi derseniz? Şöyle ki, iletişim bu kafa yapısındaki insanların varlığını reddetmeyerek işe başlıyor. Önce kabulleniyor sonra tanımlıyor ardından vurucu hamleler arka arkaya sıralanıyor.
4- Baskı
İş görüşmelerinin vazgeçilmez sorusudur bu konu. Yöneticiler çok severler bu soruyu sormayı. “baskı altında çalışabilir misiniz?”. Çalışma hayatı olanlara ya da iş mülakatlarına gidenlere fazlasıyla tanıdık gelecektir bu soru. Baskı dediğimiz kavram hayatın içinde, özellikle iş yaşamında fazlasıyla var ve gerçekten üstesinden gelmesi oldukça güç. Genelde iş görüşmelerinde neden bu kadar üzerinde durulur biliyor musunuz? Hemen söylüyorum! Cevabı “Mobing”. Aslında bu sorunun kendisi bile bir “İş Başı Öncesi Mobing’idir. ”Bir insana sen baskı altında çalışabilir misin? Demek ne demek? Seni zor durumda bıraksak, üstesinden gelebilir misin? Ya da seni köpek balıklarıyla dolu bir havuza atsak, yüzebilir misin?
Biliyor musunuz neyi savunuyorum! Bu sorunun iş mülakatlarında sorulması tamamen yasaklanmalı. Çünkü bu da Mobing dediğimiz kavramın bir başka uygulanma biçimi. Her ikisinde de mantık aynı. Gözünüzü korkutma yöntemiyle sizi pes ettirmeye çalışma ya da taktiklerinizi sorgulama, ne yapacağınızı öğrenemeye çalışma adı altında kısa süreli bir şok yaşamanızı sağlama.
Baskı nedir biliyor musunuz? Baskı, kişiye hayali ya da gerçek bir durum karşısında uygulanan, kişinin psikolojik gücünü test etmeyi amaçlayan, zor durumların üstesinden gelme ihtimali olup olmadığını anlamaya yönelik olduğu söyleyen çabalar bütünüdür.
Oldukça resmi bir tanım oldu bu arada. Ama işte son derece yanlış bir çabalar bütünü. Çünkü insan psikolojisi o kadar hassas bir terazide yaşar ki, kimse bunu tahmin edemez. Sanılanın aksine psikoloji yönetilemez! Sadece idare edilir!
Fonda Queen! Ve meşhur şarkısı – Under Pressure! –
Baskı altında kim rahat çalışabilir ki Allah aşkına? Zaten bizim ülkemizde uygulanan mülakat süreçlerinin çok üzgünüm ama insan kaynakları birimi tarafından değil iletişim departmanı tarafından yürütülmesi gerekli. Çünkü bir insanı işe alırken oldukça kırılgan bir süreçten geçirmiş oluyorsunuz, karşınızdaki kişi ne kadar profesyonel ya da amatör olursa olsun. Hadi ben iletişim uzmanıyım, kendi adıma konuşmam gerekirse. Bana uygulanma ihtimali olan bir baskıyı “Tsunami” etkisiyle geri çevirebilirim. Neden? Çünkü iletişim uzmanıyım. Kimsenin bilme ihtimali olmayan stratejilere hakimim. Beni baskı altına almaya çalışan bir çalışma arkadaşıma ya da yöneticime verebileceğim geribildirim onların tahmin edemeyeceği ve sorgulayamayacağı güçte olur ve bunu hiç çirkin bir durum oluşturmadan yapabilirim. Ama herkes bir iletişim uzmanı değil ve herkes bunu başaramaz. Zaten asıl problem bunun başarılmasını isteyen zihinlerde… Kimse baskı altında çalışmak gibi bir zorunluluğa sahip olmadığı gibi bunun üstesinden gelmek zorunda da değil. Bir anlasak!
Peki iletişim bunun neresinde mi? İletişim yukarıda sözünü ettiğim hiçbir unsurla kardeş değil arkadaşlar. Öncelikle lütfen bunu doğru bilelim. İletişimde asıl amaç, bu olumsuzlukları gidermek ve yeni bir perspektif oluşturmaktır. Gerçi alışkanlıkları değiştirmek çok zordur. Ne demişler “alışmış kudurmuştan beterdir”. Ama imkânsız diye de bir şey yoktur ne benim literatürümde ne de iletişimin literatüründe.
Çözüm ise tabi ki bende!
Şöyle ki;
- Bir kere aşırı hassas olmak yok! Bunu derhal bırakıyorsunuz!
- Kimseyle ama kimseyle sırlarınızı, hayatınızı, acınızı, mutluluğunuzu paylaşmıyorsunuz. Çünkü arkadaşlıklar “Friends” dizisindeki gibi toz pembe değil 🙁
- Fazla kibar olmak yok! İnanın kibarlığın çok da bir önemi yok. Artık!
- Sürekli teşekkür etmeyin! Ya da özür dilemeyin! Çünkü saçma! Eğer hayatî bir hata yapmadıysanız sadece bir kere telaffuz edilmesi kâfi!
- Asla zayıf yanlarınızdan bahsetmeyin! İnsanoğlu başkalarının zayıflıklarıyla oyun kurmaya bayılır.
- Kendinizi ne duygusuz ne de çok duygusal biri gibi gösterin! Ama kurşungeçirmez bir zırhınız olsun! Duygular derin sularda ayak basmaya çalışırken sığ sularda takla atmaya çalışır.
- Kimsenin arkasından konuşmayın! Ne kadar gülünç, sinir bozucu ya da duygusal olursa olsun, Yorum Yok! No Comment!
- Kendinizi The Glass filminde olduğu gibi kişilikler arasında gezintiye çıkarmanıza gerek yok. Nerede duracağınızı belirleyin yeterli!
- Kendinizden her zaman emin tavırlar sergileyin!
- Her şeyi bilen biriyle tanışmak çoğu kişiler için travma sebebidir! O sebeple bilin ama sessizce söyleyin.
- Özgüven yüzünüzü güldürür ama aşırısı yerlerde süründürür! Unutmayın!
- Biri size baskı altında ne yaparsın? Derse, ona deyin ki; “siz hiç tenis maçında rakibini yenmekten vazgeçen bir raket gördünüz mü?”
- Son olarak; Kendinizi çok sevin! Ve kendinize çok değer verin! O kadar sevin ki, kimsenin sevgi kırıntısına ihtiyacınız olmasın.
Ben Melda Özen. Sizlerle iletişimin kolu zannedilen ama aslında hiç dahil olmak istemediği alanlara karşı yorumlarımı paylaştım. Dilerim çok keyif alırsınız. Bu arada iş görüşmeniz olursa haberim olsun. Sevgiler…