Romantik komedi akımı dendiğinde akla ilk gelen isimlerden birisi Özge Gürel. “Kiraz Mevsimi” ile televizyonda Hollywood’un o eğlenceli aşk kavramını başlattığını söylesek çok yerinde olur hatta. Şimdi “Annem” filmi ile Eylül’de beyaz perdede. Bambaşka bir Özge izleyeceğimiz günler yakın ama biz şimdi ekrandan bütün hayranlarına gerçekten arkadaşları olduğunu hissettiren Özge ile yazı kutluyoruz. Hayatın akışıyla barışık bir şekilde, birey olmanın verdiği gücü göz ardı etmeden ilerliyoruz. “Doğru” bir insan olmanın genele yayılmasa bile bireysel olarak bir direnme olduğunu bilenlerden çünkü o da.
“Annem” filmi nasıl deneyimdi?
Annem süreci benim için bir yol hikayesi gibiydi. İçe dönük biri değilim, kendimle ya da dünle ilgili pek düşünmem önüme bakarım. Bu sefer yolun ortasında durup hem geri hem ileri baktım. Neler oluyor? Ne yapıyorum; ne hissediyorum? Ve bu soruları tüm hayatıma yaydım.
Hikaye bir anne-kız öyküsü. En sevdiğimizden… İçindeyken neler hissettin?
Senaryoları ilk okuduğumda hissettiklerim kararımı belirliyor. “Annem”i ilk okuduğumda çok tanıdık gelmişti verdiği his ve bu çok kıymetli. Son sahneyi çektiğimde de aynı hissediyordum. Bir filmin içinde olmak değil de geçmişte bir anıyı hatırlamak gibi. Basit ama gerçek. Bunun izleyici için de geçerli olacağını düşünüyorum. Annelerle ilişkiler hep karmaşıktır ve hissedilen her duygu çok güçlüdür. Duygular bu kadar güçlenince bazen istemediğimiz sonuçları olabiliyor; yıkıcı ya da incitici…
Çekim süreci nasıl geçti? Setten hatırladığın en güzel anın nedir?
Yönetmenimiz Mustafa Kotan ve ekibi bu sürecin çoğu işten farklı işlemesinin sebebidirler ve bu nedenle sarılmak istiyorum her birine. Çok konuştuk çekimler boyunca güldük, ağladık. Tüm ekip aynı mahalledenmişiz ve çocukluğumuzun geçtiği yere yeniden dönmüşüz gibiydik. Sevdiğim ve işin özeti olan bir anı var aklımda, Sumru Abla ile aynı anda hastalandık, o dönemde Kırklareli çok soğuktu, üşüttük. Hastanede yan yana yatıyorduk kolumuzda serumlar ve sürekli gülüyorduk akan burnun ağrıyan başımızın önemi yoktu. Hikayeler anlatıp gülüyorduk.
Sumru Yavrucuk ile beraber oynamak nasıldı?
Ahhh şahane. İlk toplantıya gittiğimde ofiste tanıştık. Sonra, sete girmeden birlikte çok vakit geçirdik. Harika bir ev sahibi aynı zamanda kurduğu sofralar ve tabii müthiş sohbeti… Sete girdiğimizde zaten anne-kız olmuştuk.
Romantik komediler ile özdeşleştin ama “Annem” filmi ile drama yönünü de tekrar göreceğiz. Uzun zaman olmuştu izleyicilerin için. Peki sen bir dramanın içinde kendini nasıl buluyorsun?
Ben işleri türüne göre ayırmıyorum. Dinlemek, izlemek aynı zamanda anlatmak istediğim bir hikaye ya da ilgimi çekmeyen bir iş olarak ayırıyorum. Ve ben bu öykünün içinde olmak istedim, benim hikayemmiş gibi hissetmek istedim.
İkisinin sence birbirinden en önemli farkı ne?
Biri daha derin ya da biri daha yüzeysel değil benim için. Çok ağlayınca ya da ağlatınca hikaye derinleşmez. Aradaki fark hikayelerin kendisi ve nasıl anlatıldığı.
Oyunculuğa bir meslek olarak mı yaklaşıyorsun yoksa başkaları olabilmek senin için kişisel bir gelişim mi?
Bilmiyorum ama galiba her ikisi de. Meslek fikrini sevmiyorum aslında içinde fazla aidiyet var. Şu an oyunculuk yapmayı seviyorum bunun sebebi hem çok şey öğreniyorum hem eğleniyorum hem hayatımı bu işle kazanıyorum. Yarın ne değişir bilinmez.
Bu sezon seni televizyon ekranında görebilecek miyiz?
Umarım. Çok istiyorum, çok özledim.
Aynı mesleği yapmanın aynı dünyanın içinde olmanın ilişkinize nasıl bir katkısı oldu?
Aynı sektörün içinde olmak empatiyi çok kolaylaştıran bir durum. İş, hayatımızın önemli bir kısmını kaplıyor. Bu süreci bilen yaşayan biriyle paylaşmak müthiş bir rahatlık. Ayrıca birbirimizi fikir olarak besleyebiliyoruz aynı işe farklı bakış açıları katıp birlikte ilerleyebiliyoruz.
Serkan Çayoğlu ile uzun zamandır birliktesiniz. Sence uzun bir ilişkinin en önemli sırrı nedir?
Bir sır var mı bilmiyorum. Her ilişki her insan ayrı bir dünya. Bazen hiçbir kritere uymazsınız çift olarak ama birlikte mutlu yürürsünüz. Bazen de her şey doğru görünür ama işler yürümez. Biz hesaplamadan bir ilişkiye başladık ve devam ediyoruz. Anlıyoruz, dinliyoruz, kabul ediyoruz bazen savaşıyoruz ama bunları yapılması gerektiği için değil birbirimizi sevdiğimiz ve içimizden öyle geldiği için yapıyoruz. Bizim doğrumuz bu.
Bu yaz neler yapacaksın?
Sadece yola çıkıcağımızı biliyoruz. Her yer olabilir aslında çok hızlı karar verip aynı hızda vazgeçebiliyoruz. O nedenle son dakika oluyor her şey.
Nasıl bir tatilcisin? Maceracı mı huzur arayan mı?
Özgür hissetmek için yola çıkıyorum, dolayısıyla maceracı diyebiliriz.
Sence dünya nasıl bir evreden geçiyor? Her şeyin iyiye gideceğini düşünenlerden misin?
Dünya her zaman kötüyle, kötülüklerle; iyilik ve iyilerle var oldu ve hep dengesini buldu. Kendi adaletini zor da olsa sağladı. Zor ve yıkıcı bir süreçten geçiyoruz hem ekolojik hem sosyolojik olarak ama dengeye ve adalete inanıyorum inanmakla yetinmiyorum parçası oluyorum. Parçalar çoğaldıkça süreç kısalacak, kayıplar azalıcak.
Sence hayatımızın akışının ne kadarı bizim elimizde?
Olacaklara engel olamadığımız zamanlar var, hep olacak. Sanırım elinden geleni yapıp bırakmak sonra olayın dışına çıkmak gerekiyor. Her ne kadar klişe de olsa “kaderin bir bildiği var”ı içeride bir yerde duymak , saplanıp kalmamak ve yeni yollar aramak için bize lazım olan umudu getiriyor.
Doğru bir insan olmak genele yayılabilecek bir şey midir?
Umulan yayılması ama bireysel olarak doğru olmak zaten bunu genele yayamasan bile direnmeyi içeriyor bence. İyi olmak nedir? Bu uzun bir tartışma konusu. Ama aslolan eylemlerimizin sonuçlarının kendimize, dünyaya ve karşımızdakine nasıl yansıttığımızı düşünüp, bunu hep dengede tutabilmek.
Sosyal medyada ne kadar vakit geçiriyorsun?
Minimumda tutmaya çalışıyorum, sadece sosyal medyayla değil telefonla ilişkimi de.
Günümüzün iletişim şekilleri nasıl değişti? Dijital dünya kavramlarımızı kökünden değiştirmiş olabilir mi?
Dünya yenileniyor, bu değişim bir açıdan şahane bir şey. Teknoloji hayatımızı kolaylaştırıyor, bilgiye rahat ulaşımın kattıkları tartışılmaz. Ama bir de arka tarafı var buzdağının. İhtiyacımız olmayana ihtiyaç artıyor, gerçek ilişkiler zayıflıyor. Doğayla, insanlarla ve hayatla bağımız kopma noktasında. İnsanlar içine kapanmış, TV ve sosyal medyadan başka bir iletişime ihtiyaç duyulmuyor nerdeyse. Bu da zaten travmatik olan bünyelerde özgüven sorununu tetikliyor. Aşırı ve altı boş bir özgüven ya da aşırı özgüvensizlikle depresyona sebep oluyor, her ikisi de çok tehlikeli.
Hayal kurar mısın? Sence hayallerimizi çekiyor muyuz gerçekten?
Evet, hayal kurar ve unuturum. Benim için işleyen sistem bu. Hayali kurduğunuz anda zihin bir yol haritası çiziyor zaten. Sistem hemen kendiliğinden işlemeye başlıyor, sizin ise yürümeniz gerekiyor o sırada. Aslında bu durumu şu şekilde özetleyebilirim sanırım: Güzel hayaller kur ve eyleme geç.
Röportaj ALL Temmuz-Ağustos 2019 sayısında yayınlanmıştır.
Fotoğraf: Mustafa Nurdoğdu
Moda editörü: Ceren Çetinoğlu
Saç: Nuri Şekerci
Makyaj: Ali Rıza Özdemir