Oyunculuğa adımını ilk ne zaman attın?
Serüvenim, ilkokul birinci sınıfta okuyorken İzmir Devlet Konservatuvarı’nın çocuk oyuncu seçmeleriyle başladı diyebilirim. Uzun yıllar tiyatroya sadece seyirci olarak dahil oldum. Sonra bu işi profesyonel olarak yapma kararım üniversiteye hazırlanma yıllarında oluştu. Yetenek sınavlarına hazırlanıp oyunculuk bölümünü kazanmamla, yolculuğum başladı. İlk günkü gibi aynı heyecanla, bıkmadan yürüyorum bu yolda. Oyunculuğa kadar bir sürü şeye heves ettim ama hep ilk haftada bitti, gitti heyecanım. İnsanın kendisiyle, karakterle, üstüne seyirciyle hemhal olması zor olabiliyor ama onu heyecana dönüştürüp keyif almak bütün zorluğu unutturuyor. Tozluyaka’yla tam olarak bunu yaşıyorum. Her duyguyu yaşatan bir iş oldu benim için, çok şanslı hissediyorum bu açıdan.
Kısa sürede geniş bir fan kitlesine ulaştınız. Bu sana neler hissettiriyor?
Sevilmek kadar güzel bir duygu yok bence hayatta, üstelik tanımadığın bir sürü insan tarafından sevilmek daha da güzel. Temelinde zaten sevilmek, beğenilmek, kendini göstermek ihtiyacı ve sevmeden yapılmayacak olan bu meslekte yorumları tabii ki dikkate alıyorum. İnsanız, duygusal canlılarız, kötü yorumlar tabii ki üzüyor. İyi yorumlar müthiş bir enerji veriyor ama zaman geçtikçe kendimizi bu konuda eğitmek zorunda kalıyoruz. Çünkü hangi düşünce doğru ya da yanlış, hangi niyetle yazıldı bilemeyiz ve binlerce yorum okuyup ona göre şekillenirsek “kendimiz” kalmayız. Bu yüzden duygusal yaklaşmamaya çalışıyorum.
Lise yıllarını düşündüğünde “Benzer olayları ben de yaşamıştım” dediğin oluyor mu?
Senaryoda en çok, Cemre’nin kendi dünyasına ait olmayan, kendinden ve çevresinden çok farklı birine karşı mıknatıs gibi çekilmesi benim hayatıma benziyor diyebilirim. Lise yılları, mantığın pek devreye girmediği yıllar. Özellikle de aşk işin içine girince. Freni boşalmış araba gibi gittiğimiz, anda kaldığımız zamanlar. Cemre bana bunu yeniden hatırlatan, yaşatan karakter oldu.
Lise yıllarından bahsetmişken, nasıl bir çocukluk geçirdin?
Çocukluğumu doya doya yaşadım diyebilirim. Ağaçlara çıkıp sokakta oyunlar oynayıp her yeri yara bere olan bir çocuktum. Hala aynı komşuları ve dostları olan, aynı ağaçlara dokunduğum bir hayatım var. Teknoloji bizim çocukluğumuzu yenemedi. Sabah çıkar, akşamın geç saatlerine kadar sokakta oynardık; bisiklet yarışları yapar, kaleye kız erkek fark etmeksizin geçerdik. Biraz yaramazdım ben. Kolumu bir yarışta kırmıştım, başka bir olayda kafama dikiş atılmıştı. Çatılara, ağaçlara çıkar inmezdim. İnatçılığımla çok uğraştı anneannem, hala daha uğraşıyor. Bu anıları biriktirdiğim için çok şanslı hissediyorum, yaşlanınca çocukların kafasını şişirenlerden olacağım sanırım.
Diziyi dışarıdan izleyen biri olsaydın, canlandırdığın karaktere ne gibi önerilerde bulunmak isterdin?
“Sen güçlüsün, kendini yalnız hissetme. İnsan yanında kendini taşıyabiliyorsa yalnız değildir Cemre’’ derdim. Keşke duyguları hissettiklerini yaşayamadığından olacağına hissettiğinden dolayı olsa.
Peki başka bir karakteri canlandıracak olsan kimi tercih ederdin?
Emre Ağabey’in oynadığı karakteri canlandırmak isterdim. Her karakterin kendini açık ettiği, derinde psikolojik ya da sosyolojik yaşanmışlığı var ama Kenan neden böyle oldu bilmiyoruz. Gizli olduğu için ilgimi çekiyor.
Oyunculuk anlamında kendine güvenin var mı, farkını oluşturan değerleri nasıl tanımlıyorsun?
Çok iddialı bir soru bu. Kendime güvenim tabii ki var, farkımı oluşturan değer ise “kendimim”. Yanıtım, kimseyle yarış halinde olmamak diyebilirim. Gördüğüm herkes bir yarış halinde ama herkes farklı bir insan olduğunu unutuyor. Robot değiliz, nesne değiliz. Hepimizin farklı özellikleri var. Ben kendimle ilgileniyorum. Nasıl daha da ilerleyebilirim, kendimi geliştirebilirim ona bakıyorum ve ona göre eylemlerde bulunuyorum. Okuyorum, izliyorum; hayata ve insanlara dahil oluyorum. İşimi yapmak için varım sadece.
Aslında yaptığınız iş tam olarak ekip işi. Uyumunuzu bize nasıl tarif edersin, sette bu uyumu yakalarken zorlandığın oluyor mu?
Biz uyum yakalamakta hiç sorun yaşamadık; çünkü herkes oyuncudan önce iyi insan. Okulda hocamız bize, “Önce iyi insan olun, sonra oyuncu olursunuz” derdi. Sanırım yönetmenimiz Semih Hoca da buna öncelik verdi. İyi olan her şeyde uyum zaten vardır. Birbirimizi severek bu uyumu yakaladık.
Röportaj Salih Devrim
‘Tozluyaka’ ile parlayan Özgür Daniel Foster’dan samimi açıklama: Her yaz beach club’larda çalıştım
‘Tozluyaka’nın Hazal’ı Çağla Şimşek çocukluk yıllarını anlattı: Ben setlerde büyüdüm