“Tanrılar, yoktan var olurlar ya da deniz köpüğünün beyaz kanından veya daha büyük bir tanrının kulak kirinden doğabilirler. Ayrıca yemek odası masalarında ve güç gösterileri çok ileri götürüldüğünde doğarlar. İnsanlar kendilerini yanlış zamanda yanlış yerde bulduklarında doğarlar. Tanrılar ani ölümlerde, şiddetli kazalarda yaratılır; bir odun ateşinin dumanı içinde yükselirler veya mezarlarında kendilerine sunulacak puro adaklarını beklerler. Ama tanrılar aynı zamanda hikâye anlatma, tarih yazma, çapraz referans, dipnotlama, tekrarlama yoluyla da yaratılır.”
Kaşifler, din adamları, önemli düşünürler, politikacılar, bilim insanları, savaş kahramanları… Tamamen bu dünyaya ait ve dünyevi yetenekleri/başarıları nedeniyle göz önünde olan bu insanlara tanrı olarak tapınılmaya nasıl başlandı?
“Bir insanın, kendi isteği veya iradesi dışında da olsa tanrısallaşabileceği fikri, antik Yunan için doğal ve tamamen rasyonel bir olaydı. Tanrıların makamları ile yer arasında bir gidiş-geliş söz konusuydu.”
Anna Della Subin, Kazara Tanrılar’da, insanlara yaşayan tanrılar olarak tapınma pratiği olan tanrılaştırmanın geniş anlatılarını sunuyor ve bunları modern dünyanın yaratılışına bağlıyor. İspanya, Britanya ve Amerika tarafından sömürgeleştirilen bölgelerdeki tanrılaştırma örneklerinden yola çıkan Subin, Avrupalıların sömürgeleştirme ve boyun eğdirmeyi meşrulaştırmak için tanrısallık fikirlerinden modern ırksal hiyerarşi kavramını nasıl geliştirdiklerini gösteriyor.
“Devlet yönetiminin bir aracı olarak tanrılaştırma, siyasi hanedanların konumunu sağlamlaştırıyordu ve aynı zamanda, genellikle beklenmedik, trajik şekillerde ölenlere duyulan bir sevgi ve üzüntünün ifadesiydi.”
Kazara Tanrılar, insanoğlunun dini deneyiminin göz kamaştırıcı bir yelpazesini, dokunaklı ve dehşet verici, tanıdık ve görkemli, tuhaf bir şekilde tasvir ediyor. Büyüleyici bir tarihsel olguya heyecan verici ve meydan okuyan bir bakış!