Melda Özen
Herkese selam güzel insanlar! Ben geldim! Bugün sizlerle muhteşem bir konu hakkında konuşacağız. İletişimin hiç bilmediğiniz yanlarını, iletişim psikolojisini benimle birlikte keşfe çıkmaya ne dersiniz? O halde hazırsak hadi, aşırı bilgi dolu ve süper eğlenceli konumuza başlayalım. Ben bol köpüklü bir kahve tercih ediyorum. Siz ne alırsınız? Malum sohbetimiz uzun ve inanılmaz keyifli…
Duygusal duygular!
Duygular! Duygularımız! Ne kadar kapsamlı bir konu değil mi? Ama merak etmeyin biz bugün duygularımızın sıkıcı dünyasına girizgâh yapmayacağız. Bugün onları keşfe çıkacağız, bugün onları karşımıza oturtup, onlarla konuşacağız. Bugün onları belki yeniden tanıyacağız. Hatta belki yeniden terbiye edeceğiz. Hiç öyle kızgın kızgın bakışlar atmayın. Duygularımız da tıpkı dünyaya gelen bir çocuk gibidir, yetiştirilmesi gerekir. Tıpkı insanlar gibidir, doğarlar, büyürler, yaşarlar ve ölürler. Tıpkı tüm canlılar gibi terbiye edilmesi gereklidir. Ve tıpkı insanlar gibi hata yapabilir, yollarını şaşırabilirler…
Olumsuz duygular derken!
Bize hep ne öğretildi? Hatırlıyor musunuz? Kötü, yani olumsuz duyguların neler olduğu, onlara sahip olunmaması gerektiği, ne kadar yanlış oldukları, vb….. Mesela neydi o kötü ya da başka bir deyişle olumsuz duygulardan bazıları. “Kıskançlık, art niyet, ön yargı, fesatlık, ikiyüzlülük, arkadan iş çevirmek, kavgacı tutumlar, kötü söylemler, çirkin konuşmalar, vb”… Bizlere çocukluğumuzdan yetişkinliğimize kadar hep yukarıda sözünü ettiğimiz duygular ve bunlara sahip olunmaması gerektiği öğretildi. Bu duyguların ne kadar can yakıcı, olumsuz, çirkin, güven kırıcı, negatif izlenim bırakıcı, insan olmayı imkansız hale getirici, mutsuz edici, vb… olduğu öğretildi değil mi?
Düşünün!
Gerçekten de öyle bu arada. Tüm bu duygular hatta daha fazlası gerçekten insanı, insan olmaktan tamamen soyutlayan, uzaklaştıran ve gitgide kalıcı bir yalnızlığa sürükleyen duygular. Düşünsenize, kim kıskanç karakterli biriyle evlenmek, arkadaşlık etmek, ilişki kurmak ister ki? Ya da fesat düşünceli biriyle konuşmak, vakit geçirmek? Misal, bir arkadaşınızın yahut kan bağınız olan birinin arkanızdan konuştuğunu, söylemediğiniz bir söylemi söylemişsiniz gibi lanse ettiğini düşünsenize! Bunu kim yaşamak ister? Ya da ön yargılı birileri tarafından yapmadığı bir şeyle suçlanmayı, itham edilmeyi? Eğer akıl sağlığı, sağlıklı düşünmesi için fazlasıyla yeterliyse hiçbir normal insan böyle bir şey yaşamayı istemez elbette.
Bu sadece başlangıç!
Şimdi içinizden geçirebilirsiniz! “Melda’cığım iyi, güzel konuşuyorsun da biz halâ anlattıkların arasında sıra dışı bir şey göremedik, derinden sarsılmadık ya da wow! Olmadık. Bunların hepsi zaten bizim hatta aklı başında herkesin bildiği şeyler yani”, diyebilirsiniz. Duyuyorum seslerinizi. Sakin olun! Buraya kadar zaten küçük bir giriş yaptık. Şimdi asıl beyinlerimizi yakacak, bize kendimizi yeniden tanıtacak hatta belki karakterimizi kökünden değiştirecek olan kısma geliyorum. Sabrınız için minnettarım!
Lütfen dikkat! Olumlu duygular da zararlıdır!
Duygularımıza dem vurdum ya yazının başında! Ve olumsuz duygulara taş attım ya ufaktan! Biz bugün bu duyguların tam karşıtını yani “olumlu duyguları” ve “olumlu duyguların zararlarını” konuşacağız. Evet sanırım ufak bir yangın oluştu zihinlerde. Kulaklarınızdan çıkan is kokusunu alıyorum minik minik. Gözlerde de patlamalar oluştuğuna göre sıra ne demek istediğimi anlatmaya geldi. Bu konuşma tam da tahmin ettiğim gibi çok keyifli ve süper eğlenceli olacak! Çünkü merakınız ve öğrenme isteğiniz beni aşırı mutlu ediyor şu an!
Yani!
Olumlu duygular dediğim zaman zihinlerinizde hangi yansımalar oluşuyor güzel insanlar? Yani aklınıza neler geliyor? Mesela, güzel ve iyi niyetli düşünce, olumlu konuşmalar, temiz kalpli olmak, çevremizdeki tüm varlıklara saygılı olmak, sevgi dili konuşmak, fedakâr olmak, verici davranmak, hoşgörü sahibi olmak, mütevazi olmak, yapıcı olmak, her şeyi “iyiye yormak”, sürekli kibar olmak, “nahif” tavırlar sergilemek, vb…
Ah şu öğretiler!
Şöyle bir etrafımıza baktığımızda ya da bizlere öğretilen değer yargılarını sorguladığımızda veya büyütülme biçimlerimizin tozlu sayfalarını çevirdiğimizde, karşımıza çıkan şeyler bunlar değil midir? Tamam asla kötü niyetli biri olmayalım! Tamam çok iyi bir insan olalım! Tabi bu mümkünse. Çünkü insan olarak hepimiz kusurlu varlıklarız. Hiçbir şeyden çok fazla olamayız ve her şeyden çok fazla şey barındıramayız. Her neyse biz konumuzun özüne geri dönelim!
Sahip olmak ya da olmamak!
Ne diyordum? Evet! Kısaca hiçbir zaman iyi duyguların en iyisi olamayız. Çünkü insan kusurlu bir varlık doğası gereği. Zaten istesek de olamayız ve olmamalıyız. Biz, bugün, iyi duyguların fazlasına “sahip olmamamız” gerektiğini ve bu durumun nedenlerini konuşacağız. İletişimin sözünü ettiğim, kimsenin bilmediği yüzü tam da burası! Şöyle bir etrafınıza, siz büyürken size verilen tembihlere, size gösterilen örneklere bakın! Hep çok iyi biri olmanız öğretilmeye çalışılmıştır. Ama bu mümkün değil ve olmamalı da. Neden mi? Çünkü, sanılanın aksine “iyi duyguların da fazlası oldukça zararlıdır” da ondan….
Tükenmişlik Sendromu!
Evet yanlış okumuyorsunuz! İyi duyguların da fazlası zararlıdır. Bu zarar kişinin kendisine verdiği bir zarardır. Misal, her şeyi alttan alan, iyiye yoran bir kişisiniz diyelim. Ne olur bunun sonucunda? İnsanlar sizin bu yönünüzü, haliyle de duygularınızı sömürmeye, sizi tüketmeye başlarlar. Ve sonuç, çok yorgun düşer ve zamanla da tükenirsiniz. Başka bir örnek, çok hoşgörülü ya da fedakâr biri olduğunuzu düşünelim. Zamanla her şeyi affetmekten ve çok verici biri olmaktan yorgun düşer, yıllar içinde tükendiğinizi fark edersiniz. Bu tükenmişlik de öyle basit bir tükenmişlik değildir. Sizi çok yıpratan, ruhunuzu yaşlandıran, size sizi unutturan, yaşan sevginizi yoksullaştıran bir tükenmişliktir. Bunu yol yakınken fark eder, “ne oluyor bana böyle?” diyerek erken bir farkındalık içine girerseniz ne alâ, ama fark etmeden yolunuza devam ederseniz çok üzgünüm ama sonuç belli. Sizi senelerce yıpratacak hatta süründürecek olan bir ruhsal hastalığa yakalandınız demektir! “Tükenmişlik Sendromu!”
Meryem Uzerli’ye selam olsun!
Şimdi diyebilirsiniz ki, “daha düne kadar bilmiyor oluğumuz hatta başarılı oyuncu Meryem Uzerli tarafından beyan edilene kadar haberimizin dahi olmadığı bu kavram da şimdi kesin moda oldu. Nereye baksak karşımıza çıkıyor. Herkes her şeyi buna bağlıyor”. Aslında gerçeğin iç yüzü hiç de öyle değil. “Tükenmişlik Sendromu” belki, başarılı ve yetenekli oyuncu “Meryem Uzerli” vesilesiyle birçok kişi tarafından öğrenilmiş, duyulmuş olabilir ama inanın varlığı çok ama çok yıllar öncesine dayanıyor. Yani moda falan olmadı bu kavram. Sadece popüler oldu. Ne diyelim Meryem Uzerli’ ye selam olsun buradan, farkında olmadan tüm insanlığa unutulmaya yüz tutmuş bir kavramı hatırlatmayı ve bu kavramın zihinlerde kalıcı olmasını sağlamayı başardığı için.
Tolerans da bir yere kadar!
Şaka bir yana, gerçekten de iyi duyguların da aşırısı tıpkı kötü duygular gibi kişiye zarar verir. Nasıl ki, kıskanç karaktere sahip biri etrafını mutsuz etmeyi başardığı gibi kendisi de hiçbir zaman mutlu olamaz ve bir içsel huzura sahip olamazsa ya da fesat düşünceli biri de hiçbir zaman kendi içinde huzuru yakalayamazsa; işte fazla hoşgörülü, fazla anlayışlı, fazla iyi niyetli, fazla fedakâr, fazla verici, vb…. biri de huzurlu ve mutlu olamaz. Sadece öyle olduğunu zanneder. Ama zamanla tükenir. Bu tükenmişliği de yıllar geçtikçe, zaman ilerledikçe, tahammül gücünüz zayıfladıkça, tolerans direnciniz azaldıkça fark edersiniz. Neden mi bu kadar geç fark eder?Çünkü yaş aldıkça mücadele gücü tükenir, olumsuzlukları tolere etme tahammülü azalır insanın. İnsanlar gerçekten de acımasızdır. Siz iyi tarafınızı gösterdikçe onlar da size emici güçlerini göstermeye başlarlar. Ve daha da kötüsü sizin bu iyi duygularınıza “alışırlar”. Hani hep derler ya “alışmış kudurmuştan beterdir” diye. İşte durum tam olarak da bu….
Asıl mesele bu! Yapma!
Sizden hep anlayışlı, sevecen, mutlu, pozitif, hoşgörülü, verici, fedakâr, mütevazı, vb…. olmanızı beklerler. Siz bu şekillerde davranırken sorun yokmuş gibi görünür. Çünkü size kendinizi baş tacıymışsınız gibi hissettirirler. Asıl sorun siz bu şekilde davranmaktan vazgeçtiğinizde başlar. Çünkü sakladıkları iç yüzlerini dışa vururlar. Hani bir söylem vardır halk dilinde “yaparım yaparım görülmez, takdir edilmez; bir kere yapmam benden kötüsü olmaz” diye. Hatta geçenlerde çok güzel bir söz okudum sosyal medyada, yanlış hatırlamıyorsam şöyleydi, “babası oğlunu her gün sırtında taşımış, bir kere bırakmış oğlu bunu hiç unutmamış ve babasından kötüsü olmamış”… İşte yaşanan durum ve sonucu tam olarak böyle olur.
Nasıl yani! Cevap ne peki!
İşte böyle. İnsanlar “nankördür”. Dedim ya iyi duyguların da fazlası zararlıdır diye. İşte tam olarak bu sebeple söylüyorum. İnsanları sürekli iyiliğe alıştırır ve onlara kırılıp incinmesinler diye olumsuz yanlarını hiçbir şekilde söylemez, hep toleranslı davranırsanız, gün gelir bunu yapacak gücü kendinizde bulamadığınız zaman sizden daha kötüsü olmaz onların gözünde. Sonra oturur ve düşünürsünüz, “bu kadar zaman hep iyi biri oldum. Ama neden böyle bir muamele görüyorum. Bunu hak edecek ne yaptım”, diye. Cevabı ben veriyorum: “iyi duygulara fazla sahip olmak”…..
Hak verme sadece! Biraz da hak et!
Evet sevgili güzel insanlar, bugün sizlerle iletişimin bilinmeyen yüzünü konuşmak istedim bir iletişim uzmanı olarak. Sağlıklı yaş almak, sağlıklı ilişkiler kurmak, içsel huzuru olan biri olmak, mutlu yaşamak, kendinizi sevmek ve psikolojinizi dinç tutmak istiyorsanız, lütfen tavsiyelerime kulak verin. Her zaman söylerim “iyi biri olun ama fazla belli etmeyin, çünkü iyi duyguların da fazlası zararlıdır”. Burada zararı sadece kendinize verirsiniz.
Ben Melda Özen. Nasıl? İletişimin kimse tarafından paylaşılmayan yanlarını sevdik mi? Kendinizi yeniden gözden geçirerek, tükenmeden toparlayın derim. Duygularımız kimsenin yönetebileceği bir materyal değil ve olmamalı. Dilerim okurken çok keyif almışsınızdır. Sizleri seviyorum:)