Sanatın farklı disiplinleri arasındaki köprüleri ustalıkla kuran isimlerden biri olan Demir Demirkan, bu kez edebiyatla müziği aynı potada eriten özel bir projeyle karşımızda. 2024 yılının Kasım ayında yayımlanan Zamanda Saklı, yazarın dört kitaplık Sandık Hikâyeleri serisinin ilk durağı. Ancak bu hikâye yalnızca sayfalarda değil, notalarda da yankı buluyor. Romanın yayınlanmasıyla eş zamanlı olarak müzikal bir yolculuk da başladı ve serinin ilk albümü Yüreğime Vur Kadehi, dinleyicilerle buluştu.
Demir Demirkan ile bu eşsiz projeyi, edebi yolculuğunu ve sanatın insan ruhuna etkilerini konuştuk. Kendi deyimiyle mükemmeliyet arayışını bir kaçış olarak gören sanatçı, Zamanda Saklı’nın yaratım sürecinden, karakterlerinin dünyasından ve müziğin büyüsünden bahsetti. Keyifli okumalar!
Sandık Hikâyeleri adını verdiğiniz roman serinizin ilk kitabı olan Zamanda Saklı, geçtiğimiz yılın Kasım ayında yayımlanmıştı ve bu seriyle beraber yayınlanacağını duyurduğunuz albümün ilk şarkısını olan Yüreğime Vur Kadehi de geçtiğimiz günlerde dijital platformlarda dinleyicilerle buluştu. Proje için kutlarım, umarım okur ve dinleyici bir araya getiren bu iş daha pek çok insana ulaşır. Hem roman serisinin hem de albümün bir arada yaratılma hikâyesini sizden dinlemek isteriz, böyle bir yolculuğa çıkma fikri nasıl doğdu?
Yaklaşık iki yıl öncesine kadar sanatsal üretimim bir sıkışma içine girmişti ve yeni şarkılar üretmek veya sahneye geri dönmekle ilgili bir sorun yaşadım. Kendime bir çıkış yolu bulmam gerekiyordu. Küçük projeler beni yeterince motive etmiyordu ve anlamsız geliyordu. Bir roman dörtlemesi yazıp, her kitaba da bir albüm yazma fikri ilginç geldi ve beni son derece heyecanlandırdı. Her şey böyle başladı.
Zamanda Saklı sizin ilk edebi kurgu deneyiminiz. Bir diğer yandan da üniversitede İngiliz edebiyatı mezunu olduğunuzu biliyoruz. Bu deneyimden biraz bahseder misiniz? Bir kurmaca metnin başına bu sefer üretmek için oturmak neler hissettirdi size? Zorlayan ya da keyif veren yanları nelerdi?
Yıllardır oluşturduğum roman taslakları var. Hatta bazılarının bölümlerini sinopsisler halinde yazmaya başlamıştım ama bir romanı tam olarak oluşturacak bir sürece girememiştim. İlk defa iki yaz önce içimde buna başlayıp sonuca ulaştıracak güveni buldum ve daha önce dediğim gibi beni uzun sure motive halde tutacak heyecanı da yakaladım. Tahmin ettiğimin aksine her şey çok daha hızlı aktı ve kolay oldu açıkçası. İnsan bazen bazı şeyleri zihninin içinde olduğundan daha karmaşık algılayabiliyor. Ne zaman ki oturup fiilen yapmaya başlıyorsun, bütün kaygılar teker teker yok oluyor. Bu hissi ve dinamiği hiç unutmamak lazım ama yine de her yeni bir sürecin başında maalesef bu prokrestinasyon yaşanıyor. Tasarladığımı gerçekleştirmeye başlayıp yarı yola kadar geldiğimde de artık hikâye ve karakterler kendi kendilerini gerçekleştirmeye başlıyor, bu da deneyimlediğim en güzel şeylerden biri.
Zamanda Saklı’yı okurken ve incelemesini yazarken, 2004 yılında yayımlanan İstanbul albümünüzden Gitti Gider isimli parçanız zihnimde dolanıp durdu. Kitabın karakteri Berk’in hikâyesinin şarkıdaki anlatıyla benzer yanları olduğunu düşündüm ister istemez ve bunun bir yetenek olduğunu, sizin bu okura ve dinleyiciye taşıdığınızı hissettim. Hikâyesi olan şarkılardan sonra şarkısı olan hikâyeler yazmak nasıl bir duygu?
Çok doğru! Berk’in dibe vurmuşluğu ile benim yirmi yıl önce yazdığım o şarkının duygusal bağı kesinlikle göz ardı edilemez. Yine bu bölümden esinlenip yazdığım “Yüreğime Vur Kadehi” de bu duyguyu kapsıyor ama bu defa kendisine karşı çok daha acımasız bir dille. Zamanda Saklı’dan esinlenilerek şarkıları oluştururken biraz da olsa kendime yabancılaştım açıkçası. Bir eseri ortaya çıkardıktan bir süre sonra ona tekrar dönüp baktığımda, ona başkasının yazdığı bir eser gibi yaklaşabiliyorum. Biliyorum çok tuhaf geliyor kulağa ama bence bu beni daha üretken bir sürece sokuyor. Şarkı ya da hikâye benden çıktıktan sonra insan ortak bilincinde yaşamını sürdürüyor.
Kitapta Berk’in hikâyesinde yolu Atep Klanı’yla kesişiyor. Klanın yaşadığı dünya bir ütopya arketipi. Galiba ütopya da olsa, içinde insanın varlığının yer kapladığı her yerde sorun ve çatışmalar olmak zorunda, ne dersiniz?
Evet, aslında mükemmel bir dünyanın peşinde değildim yazarken. Hani bazen sohbetlerde, “aslında şöyle olsa, aslında hayat böyle olsa” diye bazı olasılıklar atarız ya ortaya; onların bazılarının geçerli olduğu, “ya böyle olsaydı” varsayımını gerçekleştirmek istedim. Mükemmel bir dünyanın var olabilme ihtimalini hiç mi hiç gözetmiyorum açıkçası. Mükemmeliyet arayışının aslında insanın kendi sorumluluğundan kaçışı olduğunu düşünüyorum.
Berk’in bu ütopyaya geçişi öncesindeki yaşamı kitabın ilk bölümüne adını veren bir durumda; dibe vurmuş halde. Zamanda Saklı boyunca karakterin yolculuğunda inişlerin çıkışların, kendi ve yaşamıyla hesaplaşmalarının hikâyesini de görüyoruz. Bir yandan da bunca zorluğun ve acının içine yeniden dönme çabası var ancak Sora’ya aşık olunca bu fikri dönüşüyor. İnsanın ait olduğunu düşündüğü yeri keşfetmesi de bir yolculuk sanırım. Berk özelinden genele doğru düşünürsek, insanın evini ve kendini keşfetme süreci hakkında neler söylemek istersiniz?
İnsan ait olma iç güdüsünü tatmin etmek zorunda. Bir yere, fikre, topluma ait hissetmemizin sebepleri çok katmanlı. Alışkanlıklar, konfor alanları ve benzeri basit sebeplerden başka aslında bana ilginç gelen, zorluklara, acıya, sorunlara, çıkmazlara olan bağımlılığımız ve dolayısıyla hissettiğimiz aidiyet duygusu. Yani sadece güzel şeylere değil, bizi iyi hissettiren şeylere değil, bizi gerginliğe, sıkıntıya ve acıya da sevk eden yer, kişi veya toplumlardan da kopmakta zorlanıyoruz. Konu bir şeyin bizi iyi hissettirmesi değil, tüm iyi veya kotu yanlarıyla bizim kendimizi tarif etmemizi, tanımlamamızı sağlaması.
Kitabın ilerleyen kısımlarında Berk’in yolculuğu başladığı yöne evriliyor ve farklı bir bakış açısına kavuşuyor. Bu dönüşümün kendine kattıklarıyla da yaşamına ve geçmişine sahip çıkıyor. Sizin ezoterizmle ve meditasyonla ilginiz olduğunu biliyoruz. Her yazara sorulan klişe bir soruyu da sorayım: Berk karakterini yaratırken kendi deneyimlerinizden ve yaşamınızdan ne kadar şey sızdı?
Berk dahil çoğu karakterde ben varım ama tabii ki yüzde yüz oranda değil. Her karakter gerçek ya da kurgusal birkaç karakterin birleşmesinden oluşuyor.
Bazen yazmaya çalışırken enstrümantal müziklerin ritimleri ve sanatçının esere yüklediği anlamdan çok etkilenirim. Yazdığım çoğu şeyin içine sızarlar. Mesela benim için Pink Floyd’un Echoes yapıtı ya da Pentagram’ın for those who die alone’u uyandırdıkları ve düşündürdükleriyle bir şarkıdan çok daha fazlası. Müziğin ve edebiyatın bu denli büyülü bir yanı var diye düşünüyorum. Ürettikleriyle önemli bir sanatçı ve artık bir yazar olarak sizden bu büyüyü tanımlamanızı istesem neler söylersiniz? Müzik insanlığın en önemli keşiflerinden biri olabilir mi?
Büyüyü formülize etmek büyüyü bozmak demektir. Bunu yapmak çok da zor değildir ama gerekli midir, bunu çözmek lazım. Hayatın bilinmez kısmı olmazsa ne umudumuz ne ilhamımız ne korkularımız, ne de çabamız kalır. Müzik sayesinde salgıladığımız hormonlar, beynimizde birleştirdiğimiz sinapslar dolayısıyla ortaya çıkan çağrışımlar, yani anılar bizi var olduğumuz andan koparıp başka bir zamana veya yere götürüyor. Bazen, hatta çoğu zaman zihnimizde yaşadıklarımız gerçek dünyadan daha çekici geliyor. Bizi sıkıcı gerçeklikten koparan her ne ise onu romantize etmeyi çok seviyoruz ve bu da insanın en güzel kaçamağı. Tek kandırılan kendimiz olsak bile bunu seve seve, tekrar tekrar yapıyoruz ki bu da en büyük özgürlüğümüz.
Son olarak bir röportajınızda yazmayı çok sevdiğinizi söylemenizden de yola çıkarak serinin devam kitabını soralım: Bizleri neler bekliyor, çalışmalara başladınız mı?
Serinin diğer kitaplarındaki karakterler de hikâyeler de farklı. Yani ikici kitap Berk, Sora, Esra, Atep klanı ile ilgili değil. Bambaşka bir hikâye. Bu hikayeleri birbirine bağlayan şey de büyülü bir sandık. Serinin ismi Sandık Hikâyeleri, kitap kapağının alt kısmına bakarsanız orada tüm serinin ismi olan Sandık Hikayeleri yazıyor. Dört kitaptan oluşan seriyi, insana ait dört ana kavram üzerine kurguladım. İlk kitap Zamanda Saklı “aşk” kavramı üzerineydi, diğerlerini de çıktıkları zaman konuşalım. Çok teşekkür ederim röportaj için 🙂
Röportaj: Selen Çavuşovalı