Gergin, yoldan çıkmış, her an hayatın görünmeyen duvarlarına itinayla toslamaya meyyal, cızırtısı bol bir gitar ezgisi; kararını, menzilini arayan bir cümle gibi “nokta”sını özlüyor… Siz deyin “Rock”, biz diyelim “sert” bir hüzün! Ama bir ruhani sallanışa, bir içsel dansa meyilli, ezgisini sezgiden alan bir hüzün… Bu bir kaybolmuş besbelli, bu bir arayış… Bir vakit “huzur”un serin sularında hafiften ıslanmış fakat aniden kaybetmişlere özgü bir huzursuzluğu, bir kaybedişi söylüyor gitar…
Bekliyoruz… Bir şeyler söylenecek, dünya kelamıyla da… Bol nikotin takviyeli, kalender bir kayıtsızlık giyinmiş, sanki zamanın bir yerinde çok yükseklerde bir sırra “mazhar” olmuş da pek azını bizimle paylaşmaya niyet etmiş bir ses, başlıyor derdini dökmeye: “Sensizliği bitmedi gecelerimizin/Farkına varamadım rütbelerimizin”… MFÖ‘nün fikir adamı, Mazhar Alanson‘un anlam dünyasında, “Yalnızlar Garı“ndayız artık! Şiirle yakın akraba bir “şarkı yazarı”nın ruh evinin misafiriyiz. Şöyle bir farkına varalım manevi rütbelerimizin! Ve devam etsin Alanson: “Dervişler devran ederken gecelerde / Ben toy bir mehtap/kelimeler birer varsayım / Ana yalnızlar garındayım”.
Damağında “Devran” tadıyla devrandan ayrı düşmüş bir zamane dervişinin, bir arayış ustasının gurbeti tam da burası, “yalnızlar garı” değil midir!

Medar-ı maişetle-iç nizam arasında bir ölçü, bir türkü tutturma gayretiyle devam ediyor sözü saza katık etmeye: “Evden sokağa zorlanmış kızgınlıklarım/De hele kurbanım/Ne olacak halım/Çocuklarım karım, kağıt kalem gitarım için/onca çileye dayandım ana, yalnızlar garındayım/Ana yalnızlar garındayım”.
Orta yaşın tanıdık çıkmaz sokaklarının birinden bildiriyor, “bir çıkış” arıyor sonlarına doğru şarkı sanki… Her mutlak yalnızın ilk ve son sığınağı olan “Ana”ya, dingin bir imdat çığlığı yolluyor gitar, makamlar arasında gezinen bir “kırık” soloyla… Gerisi yalan ağlar çünkü, “Alanson” da biliyor!
“Sensizliği bitmedi gecelerimizin/Farkına varamadım aile çay bahçelerinin/Radyasyon bulutları geçti gecelerden/Ben toy bir mehtap/Kelimeler birer varsayım/Ana yalnızlar garındayım.”
‘Yalnızlar Garı’, bir MFÖ klasiği… Mazhar Alanson imzalı… O ki, bu toprakların, bu coğrafyanın irfan geleneğini, tasavvuf kültürünü bazen çaktırmadan, bazen bizzat açık ederek popüler müziğe, popüler kültüre ince ince zerk etmiş bir zamane dervişi! Onun sözlerinde, hamurunun muhtevasında yüzde yüz bu toprakların ‘arayış’ kültüründen, hani o meşhur ve havalı tabirle ‘içsel yolculuk’ imkanlarından tavsiyeler, örnekler var anlayana, arayana! Bizzat kendisi söylemişti bu şarkı için şu sözleri bir söyleşimizde: “Şiirdir, bir sanat şarkısıdır aslında. İçinde tasavvuf da, hayat gailesi de, insanın hayatta yaşayabileceği ikilemler, aşılması gereken zorluklar da vardır…”
Elektronik devinden yeni şarkılar
Elektronik müzik sahnesinin öncülerinden Alman DJ Paul Kalkbrenner, 2018 tarihli Parts of Life albümünden yedi yıl sonra, kariyerinin en yalın, organik ve kişisel çalışması olan yeni albümü The Essence ile geri döndü!
“Şarkıların birçoğu, albüm çıkarmayı hiç planlamadığım bir dönemde yazıldı” diyor. Kalkbrenner. “Aslında albüm yapmayı bırakmıştım ama her şeyi birbirine bağlayan, bütünlükçü bir çalışmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu yeniden fark ettim.” Bu bağ bir konsepte değil, adeta bir tavra dayalı bir bağlantı. The Essence büyük jestlerden kaçınıyor, bunun yerine dinleyiciye müzikal titizlik ve daha önce hiç yayınlanmamış eski kayıtlar sunuyor. “Bu albümdeki bazı eserleri bugün asla üretmezdim, çünkü çok filtresizler. Amatam da bu yüzden güçlüler.”
Albümün ilk habercisi, geçtiğimiz Temmuz ayında yayınlanan “NINETY-TWO”, 130 BPM’lik temposu, hipnotize edici groove’u ve kolektif rave belleğinden çekilmiş vokal sample’larıyla 2025 yaz aylarında festival setlerinin favorilerinden biri haline geldi. Ardından Ağustos ayındagelen ikinci single “QUE CE SOIT CLAIR”, Kalkbrenner’in uzun yıllardır dostu olan Stromae ile gerçekleştirdiği güçlü bir iş birliği. Şarkı, “Açık olalım” anlamına gelen başlığıyla, sınır tanımayan bir aşkı anlatıyor.

Albümün müzikal atmosferi hem çeşitlilik hem de bütünlük taşıyor. ‘DREAMING ON’ 80’ler havasında, sabit bir bas hattı üzerinde akıp giderken; ‘DER SCHLÖRHEINZ’ ham ve doğrudan enerjisiyle dikkat çekiyor; ‘CRONITIS BOY’ ise bulutların arasından sızan ışık gibi yumuşak yaylılarla parlıyor. Paul Kalkbrenner bu albümle geçmişiyle bugününü birleştiriyor; nostaljiye kapılmadan, özüne dönen bir elektronik müzik anlatısı kuruyor.
1977 doğumlu sanatçı, 90’ların rave kuşağında büyüdü. DJ’lik yerine her zaman canlı performansları tercih etti. Berlin Calling filmi ve ikonik single’ı Sky & Sand ile kült statüsüne yükseldi. Bugüne kadar sekiz stüdyo albümü yayımlayan, Tomorrowland gibi dev festivallerde sahne alan Kalkbrenner, 400.000 kişilik Berlin Duvarı kutlamasında Alman hükümetinin davetiyle performans sergilemişti. “The Essence”, Paul Kalkbrenner’in tüm kariyerinde ulaştığı en saf, en derin nokta.
BASE Kasım ayında Istanbul B Blok’ta
Türkiye’nin dört bir yanından yeni mezun sanatçıların yapıtlarını aynı çatı altında sanatseverlerle buluşturan BASE’in 9. edisyonu 26-30 Kasım 2025 tarihleri arasında Trendyol Sanat ana sponsorluğunda, Bilgili Holding ana mekan sponsorluğunda ve Bilgili Sanat işbirliğiyle The Ritz-Carlton Residences, Istanbul B Blok’ta gerçekleşecek. 36 şehir, 43 üniversiteden yeni mezun 156 sanatçıyı sanatseverlerle buluşturacak olan BASE 2025’te resim, fotoğraf, seramik, cam, heykel, video, yeni medya, grafik tasarım, geleneksel Türk Sanatları gibi farklı disiplinlerde üretilmiş yaklaşık 200 eser yer alacak.
Yeni mezun sanatçıların yaratıcılıklarını ve üretme motivasyonlarını desteklemek, onların sanat profesyonelleri ve sanat izleyicileri ile diyaloglarını geliştirmek misyonuyla 9 yıldır düzenlenen BASE, bu yıl 2025 mezunu olan sanatçıların eserlerini 26-30 Kasım tarihleri arasında sanatseverlerle buluşturacak. Bilgili Sanat iş birliği ve The Ritz-Carlton Residences ev sahipliğinde, Trendyol Sanat ana sponsorluğunda; Jumbo, Kale Tasarım ve Sanat Merkezi (KTSM) ve TEB Özel Bankacılık co-sponsorluğunda bu yıl dokuzuncusu gerçekleşecek olan BASE, her yıl olduğu gibi bu yıl da yeni nesil sanatçıların dünyaya ve sanata bakış açılarını gözler önüne serecek.

Her yıl sanat dünyasından değerli isimlerin yer aldığı çok sesli bir seçici kurula sahip olan BASE’in 2025 yılı başvurularını; Ani Çelik Arevyan, Canan Dağdelen, Canan Tolon, Derya Yücel, Ebru Yetişkin, Eda Kehale Argün, Ferda Dedeoğlu, Gürbüz Doğan Ekşioğlu, Guido Casaretto, İnci Furni, İrfan Önürmen, İsmet Doğan, M. Wenda Koyuncu, Necmi Sönmez, Pınar Öğrenci ve Selim Bilen değerlendirdi.
BASE’in küratörü Derya Yücel, bu yıl BASE’in çerçevesini çizerken Sınırlar/Olasılıklara dikkat çekiyor. Sanat, tarih boyunca sınırlar üzerine düşünmenin, onları sorgulamanın ve aşmanın en güçlü yollarından biri olmuştur. Sınırlar, yalnızca coğrafi ya da politik değil; aynı zamanda ontolojik, kültürel, toplumsal ve kişisel deneyimlere içkindir. İnsan ile insan olmayan, birey ile toplum, doğa ile kent, beden ile bilinç, hakikat ile hayal, ben ile öteki, görünür ile görünmez arasındaki çizgiler hem belirleyici hem de geçirgendir. Kimi zaman keskin ve dışlayıcı, kimi zaman bulanık ve muğlak, kimi zamansa bütünüyle imkânsızdır. Genç sanatçıların üretimleri, bu sınırların sorgulandığı, esnetildiği ya da aşıldığı alanlarda şekilleniyor. Sanatçılar, insan ile insan olmayanın, ben ile ötekinin, norm ile anormalliğin, gerçek ile düşlerin arasındaki gerilimleri görünür kılarken; aynı zamanda yeni ilişkilenme biçimlerinin, yeni anlamların ve yeni varoluş ihtimallerinin kapısını aralıyor. Sanat, sınırları sabitlemek yerine onları sürekli müzakere eden, yeniden çizen, bulanıklaştıran ya da aşındıran bir deneyim alanıdır. Her sınır, aynı zamanda bir olasılıktır. Sınırların çizildiği, aşıldığı ya da silindiği her noktada, sanat aracılığıyla yeni deneyim alanları ve yeni düşünme biçimleri ortaya çıkar.
BASE’in dokuzuncu edisyonu, genç sanatçıların üretimlerini tam da bu sınırların kesişim noktalarında konumlandırıyor. Genç sanatçıların işleri “sınırlar ve olasılıklar” çerçevesinde bir araya gelirken, sınırların sabitlenmediği, olasılıkların çoğaldığı, karşılaşmaların mümkün olduğu bir ortak zemin yaratılıyor. BASE, 2017’den bu yana Türkiye’nin farklı şehirlerinden ve üniversitelerinden yeni mezun genç sanatçıları bir araya getirerek bir karşılaşma ve paylaşım zemini olmayı sürdürüyor. Bu zeminde sınırlar, ayrım değil; karşılaşma, diyaloğa açılma ve birlikte üretme olasılıklarının başlangıç noktası olma potansiyeli taşıyor. Sınırlar/Olasılıklar, genç sanatçıların bu çoğul deneyimlerini bir araya getirirken, sanatın toplumsal işlevini de hatırlatıyor: Her sınır başka bir ihtimalin eşiğidir.
Gökhan Türkmen & Emrah Arıca’dan yeni maxi single
Gökhan Türkmen ve Emrah Arıca, daha önce seslendirdikleri sevilen şarkıları “Ben Aşk Bilirim” bu kez bambaşka bir ruhla yeniden yorumladı. GTR Müzik etiketiyle 10 Ekim’de dinleyiciyle buluşan “Ben Aşk Bilirim | Collection”, şarkının üç farklı versiyonunu bir araya getirerek müzikseverlere benzersiz bir deneyim sunuyor.
Sözleri Serkan Söylemez’e, müziği Gökhan Türkmen’e ait olan “Ben Aşk Bilirim”, bu özel koleksiyonda Gökhan Türkmen ve Emrah Arıca’nın güçlü vokalleri ve sahici yorumlarıyla adeta yeniden doğdu. GTR Deneyevi’nin samimi atmosferinde kaydedilen yeni versiyon, şarkının duygusal derinliğini daha da görünür kılıyor.
Projenin klibi, başarılı yönetmen Gökhan Fırat tarafından çekildi. Görsel dünyasıyla da dikkat çeken klip, şarkının içsel yolculuğuna estetik bir boyut katıyor. Gökhan Türkmen ve Emrah Arıca’nın ortak müzikal dilinden doğan bu özel maxi single çalışması, dinleyiciyi aşkın farklı halleriyle buluşturuyor. “Ben Aşk Bilirim | Collection”, üç farklı yorumu bir araya getirerek şarkının kalbine farklı pencereler açıyor.
Göksan Göktaş’ın diğer yazıları:










